Rus Zulmüne Boyun Eğmeyen Tatar Kadını
Her milletin kendi tarihi vardır. Bu tarih cereyanında ortaya çıkan kahramanlar, milletini kurtarabilmek için kendilerini feda etmişlerdir. Destan, roman, şiir, film, resimlere ilham kaynağı olan bu kahramanlar, uzun yıllar geçmesine rağmen milletinin zihninden silinmemiş, aksine milletinin gözünde ve kalbinde daha da yücelerek efsane haline gelmiştir. Bu millet kahramanlarının büyük çoğunluğunu erkekler teşkil etmektedir, fakat milletini kurtarmak için gözünü daldan budaktan esirgemeyen, adlarını tarih sayfalarına altın harflerle yazdıran kadın kahramanlar da vardır hayatımızda. Kadın kahramanların, milletinin kalbindeki yeri bir başkadır.
Kahraman kadınlardan, Fransa’nın milli kahramanı Jeanne D’Ark (1412–1431) Engizisyon Mahkemesi tarafından yargılanmış ve 30 Mayıs 1431’de Rouen şehrinin Vieux-Maeche meydanında diri diri yakılmıştır. Ona minnettar olan Fransız halkı Jeanne D’Ark’ın temyize çıkmasını sağlamıştır. Aradan yüzyıllar geçse de o 1920’de kilise tarafından azizler mertebesine yükseltilmiştir. [1]
Uygurların özgürlük kahramanı Nazugum, 1824–1828 yılları arasında Kaşgar’da patlak veren Cihangir Hoca İsyanı bastırıldıktan sonra, Kaşgar, uzun tarihindeki belki en kanlı ve en acı olayını yaşamıştır. İsyana katıldıkları gerekçesiyle çok sayıda insan öldürülmüş, çoluk çocuk ve kadınlardan ibaret 10 000’den fazla kişi gözyaşlarına bakmaksızın Lençu, İli ve Çöçek şehirlerine götürülerek Çinli ve Mançu memurlarına köle olarak dağıtılmıştır. Bu esirlerin arasında Uygurların kadın ozanı, aynı zamanda “Nazigim Destanı”nın kahramanı Kaşgarlı genç bayan Nazugum (Nazigim) de varmış. Narin boyundan dolayı, Kaşgarlılar bu genç kadına “Nazugum” derlermiş. İstilacılar, Nazugum’un anasını, kocasını ve üç yaşındaki oğlunu öldürmüşlerdir. Destandan anlaşıldığına göre, Nazugum babasının akıbetini bilmemiş. O, babasının hayatta olduğu umudunu beslemiş ve onun Kaşgar’da kaldığını düşünmüştür. Nazugum, kardeşi ile beraber esirlikten kaçmış, fakat yakalanmıştır. 24 günlük hapisten sonra Nazugum başı kesilerek öldürülmüştür. Nazugum Türklerin Jeanne D’Ark’ıdır. O, bugün de Uygur halkının dilinde destan olarak yaşamaya devam etmektedir. Nazugum’un çektiği acılar şu satırlarda saklıdır:
Kimse ben gibi olmasın,
Belalarda kalmasın,
Bize gelen cefalar,
Hiçbir kula gelmesin. [2]
Kazan Hanlığı’nın son melikesi Süyümbike (1519–1557), Nogay mirzası Yusuf’un kızıdır. Süyümbike, 1533 yılında Moskova knyazi III. Vasiliy tarafından Kazan Hanlığı tahtına çıkarılan 17 yaşındaki Can Ali’yle evlendirilmiştir.
O sıralar Kazan Hanlığı ile Nogay Hanlığı’nın arası iyi olmamıştır. Süyümbike’nin evliliğinin amacı da siyasi olaylardan dolayı olduğu aşikârdır. Bu amaç, parçalanan küçük hanlıkları bir araya getirip, çöken Altın Ordu Devletini yeniden diriltmektir.
Süyümbike, tüm Altın Ordu Devletlerini bir araya getirememiş, fakat Nogay, Kırım ve Kazan Hanlıklarını birleştirmeyi başarmıştır. 1535 yılında Can Ali hastalanarak öldükten sonra, Süyümbike Kazan Hanlığı’nın bir sonraki hanı Kırımlı Safa Giray ile evlenmiştir. 1549 yılında Safa Giray’ın ölümünden sonra Süyümbike tekrar dul, Kazan Hanlığı ise hansız kalmıştır.
Safa Giray Han’ın yerine oğlu Ötemiş Giray han ilan edilmiş, fakat yaşı küçük olduğundan dolayı devlet işlerine Süyümbike bakmıştır. Korkunç İvan (1530–1584) Kazan Hanlığı’nda olan kargaşalardan yararlanmak dileğiyle birkaç kez Kazan Hanlığı’na sefer düzenlemiştir.
1551 yılının 16 Mayıs tarihinde Kazan – Rus askerleri tarafından çember altına almıştır. Kuşatılan Kazan’dan Korkunç İvan’a elçi gönderilmiştir. Ve 1551 yılının 11 Ağustos tarihinde Süyümbike ve oğlu Ötemiş Giray Rus çarı Korkunç İvan’ın isteği üzerine esir olarak Moskova’ya gönderilmiştir. İşte o kara gün, Kazan Tatarları için sonun başlangıcı olmuştur. Süyümbike, hain Tatar mirzaları tarafından esir verildikten sonra aradan çok zaman geçmeden 1552 yılının Ekim ayında Kazan Ruslar tarafından işgal edilmiştir.
O gün bu gündür Kazan Tatarları devletlerini geri alabilmek için bağımsızlık mücadelesi vermektedir. Aradan geçen 458 yıl devamında Tatarlar bu mücadele uğruna birçok kurban vermiştir. Günümüzde de Rus zulmü hız kesmemiş, aksine şiddetini daha da arttırmıştır. Bu 458 yıl süresinde Ruslar Tatarları yok etmek için tüm yolları denemekten çekinmemiştir. Fakat Rusların bu zulüm ve eziyetlerine rağmen Kazan Tatarları devlet bağımsızlığı fikrinden asla vazgeçmemiş ve vazgeçmeyecektir.
Fevziye Bayramova
“Halklar Zindanı” diye adlandırılan Çarlık Rusya’sının çöküşü Rus olmayan milletleri sevindirmiş olsa bile, çok zaman geçmeden 1917 Ekim Devrimi’nin götürdüklerinin getirdiklerinden daha fazla olduğu anlaşılmıştır.
Tüm milletlere özgürlük vaadiyle ortaya çıkan Sovyetler, verdikleri sözlerini tutmamışlardır. Tatar milli hareket temsilcileri tek tek yok edilmeye başlamıştır.
Stalin bir korku imparatorluğu kurduktan sonra başta Tatarlar olmak üzere Rus olmayan milletler üzerine bir kara bulut gibi çökmüştür. Rus Emperyalizmi her yerde, her fırsatta kendi göstermiştir.
Rus zulmünü bizzat kendisi yaşamış olan devlet adamı ve ünlü tarihçi Zeki Velidi Togan( 1890–1970) Rus Emperyalizmini dünyaya tanıtmanın ne kadar zor olduğunu şu sözlerle izah etmiştir: “Bu hakikatleri dünyanın anlaması çabuk olmuyor. Çünkü Ruslara tabi olmayan müstakil milletlere Rus meselesinin hakiki emperyalist mahiyetini anlatmak güçtür…
Hakikati anlamak için her milletin evvele bir defa Rus mahkûmiyetinde olması şarttır.” [3] Rus Emperyalizminin zulmü altında yaşayan milletler kendi kendinden korkar duruma gelmiş ve böylece Tatar milli bağımsızlık hareketi de kendini korumak için bir tohum gibi toprak altına saklanmıştır.
1990’lı yıllarda SSCB’de demokrasi rüzgârları esmeye başladığında Tatar milli bağımsızlık hareketi tekrar kendine gelmiştir. Yüzyıllar boyunca toprağın altında saklanan tohum umut ışığını görerek toprağın üzerine çıkıp filizlenmiştir. Tataristan, 1990 yılının 30 Ağustos tarihinde bağımsızlığını ilan etmiştir. Bu yıllardaki Tatar milli bağımsızlık hareketi temsilcileri arasında Fevziye Bayramova da vardır. Bastırılarak bekleten milli duygularını dışarıya vurmaktan çekinmeyen Fevziye Bayramova böylece Tatar bağımsızlığı için mücadele verenler kervanına katılmıştır.
1990’lı yılların coşku ve heyecanını bizzat yaşamış biri olarak, o yılları anlatmak için kelimeler bulmak imkânsızdır. Hani derler ya, anlatılmaz yaşanır diye, aynen öyle bir duyguydu bu. 1990 yılında ben Kazan Devlet Üniversitesi öğrencisiydim.
30 Ağustos tarihindeki Cumhuriyet Bayramı büyük bir coşkuyla kutlanmıştı. Kazan’ın dört bir yanında şarkı, müzik, kahkaha yankılanıyordu. İnsanlar sevinçle umudu bir arada yaşıyordu.
Millet yüzyıllar boyunca uyuduğu uykudan kalkmış gibiydi. Fevziye Bayramova adını ilk kez o yıllarda duymuştum. 1990–1995 yılları arasında milletvekilliği yapan Bayrama’nın hararetli olduğu kadar, duygusal olan konuşmalarını televizyonda dinlerken çok etkileniyordum.
1986 yılında edebiyata giren Fevziye Bayramova’nın yazdığı şiir ve romanlarını da okumuştum. Gerçek hayatta nasıl birisi olduğunu bilmediğim halde onu uzun boylu, sert, kendini beğenmiş biri gibi hayal etmiştim. Ulaşılmaz gibiydi…
Belki attığı cesur adımlar, belki de Tatar halkı için yaptığı fedakârlıklar onu böyle hayal etmeme sebep olmuştur. Gökyüzündeki parlak bir yıldız gibi ortaya çıktı Fevziye Bayramova. Ben, gökyüzündeki o yıldıza yerden bakıyordum…
Fevziye Bayramova ile ilk yüz yüze görüşmemiz 2007 yılının Haziran ayında gerçekleşti. 15 Haziran 2007 tarihinde Konya’nın Cihanbeyli ilçesine bağlı Böğrüdelik adlı Tatar köyünün 100 yıllığı kutlanacaktı. Bu kutlamaya davet edilmiştik, fakat bu tarih tatil zamanımıza denk geldiği için teklife pek sıcak bakmamıştık. Kutlamalara 2–3 gün kala Fevziye Bayramova’nın geleceği haberini aldık.
Bu haberi duyar duymaz hemen otel rezervasyonumuzu ve otobüs biletlerimizi iptal edip ailece Böğrüdelik köyüne gitmeye karar verdik. Amacımız Fevziye Bayramova ile görüşmekti. 15.07.2007 günü sabahın erken saatlerinde yola koyulduk. Çok heyecanlıydım. Televizyonlarda gördüğüm, kitaplarından tanıdığım Fevziye Bayramova’nın kendisi ile karşılaşacaktım…
Acaba hayal ettiğim gibi birisi midir? Böğrüdelik köyüne geldiğimizde halk köyün okul bahçesinde toplanmaya başlamıştı. Köy sakinleri yazın köylerinde kalıp, kışın Konya’da yaşadıkları için köy halkının büyük çoğunluğunu tanıyorduk. Kendimi Tatar milli bayramı Saban Tuy’daymış gibi hissettim.
Başlarına Tatar milli başlığı tübetey giymiş çocuklar ve erkekler, ana dilinde yapılan konuşmalar, okul bahçesinde çalınan Tatar şarkıları bana bu hissi vermiş olsa gerek. Köye gelir gelmez Fevziye Hanım’ı sorduk, “Dinleniyor” dediler.
Daha sonra kutlama törenine geçildi. Okul bahçesi kalabalıktı. Konuşmasını yapmak için Fevziye Bayramova’yı kürsüye davet ettiler. Böğrüdelik köyünün kurucusu Abdürreşit İbrahimov (1857–1944) hakkında da araştırmalar yapan Fevziye Bayramova, tarihçi, yaşar ve şair kimliğini de katarak güzel ve etkili bir konuşma yaptı. Konuşmasını........
© Turkish Forum
