Ngũgĩ wa Thiong’o: Direnişçi Ruhun Mirasçısı
O,
Thiong’o’nun oğlu Ngũgĩ ve “direnişçi ruhun mirasçısı” olarak tanınıyor, vaftiz adı ise James Ngugi...
O'na göre, dil, sadece iletişim değil dünyayı algılama biçimi, İngilizce yazmak ise sömürgecinin gözünden bakmaktır, oysa kendi dilinde yazmak insanın kendini tanımasının ve halkına ait olmasının yoludur ve o bir halkın ruhudur...
O, bu nedenle eserlerinde, tiyatrolarında, eğitim önerilerinde ve eleştirilerinde hep yerli dillerin güçlendirilmesini savunmuş...
Düşünce dünyası sadece edebî değil, aynı zamanda kültürel, siyasal ve etik bir mücadele sahası, ki İngilizceyi bırakıp anadili Kikuyu dilinde yazması gibi...
O'nun dil tercihini değiştirmesi uluslararası alanda “Çılgın ama cesur”olarak dikkat çekmiş ve Afrika’da kültürel direnişin sembolü olarak tarihe adını yazdırmış...
Diyor ki:
“Sömürgeciliğin en sinsi hali, insanların kendi kimliklerinden utanmasını sağlamaktır.”
İşte sömürgecilik karşıtı duruşu, dil politikası, güçlü anlatımı ve kültürel özgürlük mücadelesi ile O, bir romancı, bir denemeci, bir tiyatro yazarı, bir entelektüel ve bir düşünür ama aynı zamanda uluslararası saygınlığa sahip bir akademisyen de...
Ngũgĩ, toplumsal bilinci uyandırmayı hedeflerken hükümetinde hedefi olmuş, Kenya’da hapse atılmış ve uzun yıllar sürgünde yaşarken dahi “Devil on the Cross” adlı romanını tuvalet kâğıdına yazdığını da hatırlatalım.
O,
Dilin, hafızanın ve kimliğin sömürgeleştirilmesine karşı, kalemiyle yalnızca hikâyeler değil, halkı için bir bilinç ve direniş dili yaratmaya çalışan,
"Dillerin eşitliğine inanıyorum ama hiyerarşisinden de dehşete düşüyorum," diyerek ülkesinin tarihini Britanya emperyalizminden yerel tiranlığa kadar ele almış ve kullanılan dili de sorgulamış...
O'nun,
Zihni Sömürgeden Azad (Decolonising the Mind, 1986) adlı eseri, Afrika edebiyatı ve kültürel özgürleşme açısından sadece bir edebiyat eseri değil, aynı zamanda politik bir mücadele çağrısı gibidir.
Emperyalistler sadece toprakları değil, insanların düşünme biçimlerini, dilini ve hayal gücünü de sömürgeleştiriyor:
"Sömürgecilik önce toprağı, sonra da zihni işgal eder.”
Diller, insanların dünyayı kavrayış biçimlerini belirler. Yerli dillerin bastırılması ise kültürel köklerin koparılmasıdır ve kendi dilinde yazmayan bir yazar da halkına sırtını dönmüş demektir, o dil zihinsel sömürgecilikten kurtuluşun bir adımıdır.
“Dilin iğdiş edilmesi, halkın hafızasının yok edilmesidir.Edebiyat ise halkın bilincini şekillendiren bir alandır. Bu nedenle halktan kopuk bir edebiyat, özgürleştirici olamaz.” derken edebiyatın, devrimci bir işlevle halka gerçeklerini yansıtması ve özgürlük mücadelesine hazırlaması gerektiğini de ekliyor...
Ngũgĩ, eğitim sisteminin Avrupa merkezli müfredatla halka gerçekleri unutturduğunu ve köklerinden de utanır hale getirdiğini, Batıya hayran kendine yabancı bireyler yetiştirdiğini hep tekrarlıyor ...
Ve,
'Okul halktan kopmamalı' çağrısında bulunuyor.
Köy tiyatrosu ise O'nun alternatif eğitim modelidir ve "Diplomalı köleler” yerine, kültürel olarak özgür bireyler olmalı, "Kolonyal eğitim sisteminin okullarında Shakespeare kutsal, ama yerli halkın öyküleri yasak,kültürel kurtuluş olmadan siyasal kurtuluş yarımdır."diyerek bağımsızlık sonrası Afrika ülkelerinde devam eden kültürel bağımlılığa dikkat çekiyor.
Ngũgĩ, 1977’de yazıp sahnelediği "Ngaahika Ndeenda (Evlenmek İstediğimde)" oyununda,tarım işçilerini anlatır,ezilenleri konuşturur ve sınıfsal farkları ifşa eder, ama sürgün ve hapis dönemi de........
© Toplumsal
