Hukukun kâbusu: Führer ilkesinin gölgesi
“Führer İlkesi ve Hukuk” başlıklı yazı (1), Nazi Almanyası’nda hukukun nasıl bir baskı ve cinayet aracına dönüştüğünü çarpıcı şekilde ele alıyor.
Alfred Grosser’in “geçmiş yok sayılamaz”sözüyle başlayan metin, Hitler rejiminde hukukun Führer’in mutlak otoritesine tabi kılındığını anlatıyor.
“Önlem devleti” ve “düşman ceza hukuku” kavramları, hukuku keyfi bir araca çevirmiş; Roland Freisler gibi yargıçlar, “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesini yok sayarak geçmişe yürüyen yasalarla adaleti katletmiş.
Mahkemeler, “Heil Hitler” selamıyla açılıyor, yargıçlar yeminlerini Führer’e bağlılıkla ediyordu. Curt Rothenberger’in memorandumunda hukukun siyasi liderliğe hizmet etmesi gerektiği, yargıçların “Führer gibi karar vermesi” gerektiği belirtiliyordu.
Joseph Goebbels’in “yargıç, yasadan değil, suçlunun yok edilmesinden hareket etmeli” sözü, hukukun vahşetini özetliyordu.
Nürnberg Yargılamaları’nda “Adalet Davası”, Führer ilkesinin yasama, yürütme ve yargıyı tek elde topladığını ve hukukun cinayet aracı haline geldiğini ortaya koyuyor.
Harry Reicher’in “hukuki görünen cinayet, yine cinayettir” sözü ve mahkemenin “suikastçının hançeri, yargıcın cübbesi altında gizlenmiştir” tespiti, sistemin korkunçluğunu gözler önüne seriyor.
Hamdi Yaver Aktan, hukukun bir lidere veya ideolojiye tabi kılındığında adaletin değil, zulmün aracı olacağı uyarısını yapıyor.
Nazi rejimi aşırı bir örnek olabilir, ancak hukukun siyasallaşması tarih boyunca farklı biçimlerde karşımıza çıktı:
Britanya İmparatorluğu’nda Kolonyal Hukuk; İngiltere’nin sömürge yönetimi altında, Hindistan, Nijerya ve Kenya........
© Toplumsal
