menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Geçmişin Gölgesinde Yazmak: Osman Balcıgil ile Tarih ve Edebiyat Üzerine Bir Söyleşi

5 0
wednesday

Gazetecilikten romancılığa uzanan yolculuğunda, bireysel hikâyeler ile büyük toplumsal kırılma anlarını ustalıkla buluşturan Balcıgil’in kalemi, tarihî olayları yalnızca aktarmakla kalmıyor; dönemin ruhunu, görünmeyen yapısal çatışmaları ve karakterlerin iç dünyasını ustalıkla işleyerek okuru adeta zamanın içine taşıyor.

Bu söyleşide Balcıgil ile geçmişin izini sürerken, yazarlığının merkezine yerleştirdiği etik, sorumluluk ve hafıza kavramlarını konuştuk. Okurlar, onun bakışıyla yalnızca tarihî olayları öğrenmekle kalmayacak; aynı zamanda geçmişle yüzleşmenin günümüz için taşıdığı anlamı da kavrayacak.

Osman Balcıgil kimdir? Bize kısaca kendinizi anlatır mısınız?

Uzun yıllar gazetecilik ve televizyonculuk yapmış, son on beş yıldır roman yazmaya çalışan, okumayı ve yazmayı seven, geri kalan zamanlarında film seyreden, seyahat eden, müzik dinleyen kendi halinde biridir.

Yazarlıkta kazandığınız özgürlük alanı, gazeteciliğin kurumsal yapısında kaybettiğiniz bir şey miydi?

Söylediğiniz birkaç açıdan doğru. İlki ve en önemlisi, gazetecilik ve televizyonculuk eski günlerdeki işlevini yerine getirmekte zorluk çekiyor. Medyanın yüzde doksan beşten fazlasının siyasal iktidarın kontrolünde olduğunu söylersem yeterince anlaşılır olacağını düşünüyorum. Bir de tabi romancılıkta bireysel konfor alanının daha geniş olduğunu söylemem lazım. Eski mesleğim gazetecilik ve televizyonculuk, patronun en üst sırada yer aldığı bir hiyerarşik yapılanmayla gerçekleşirdi.

Kariyerinize dönüp baktığınızda “iyi ki yapmışım” dediğiniz en büyük risk neydi?

Galiba romancılığa başlamış olmam. Her roman üzerinde en azından bir yıl çalışmayı gerektiriyor. Beş ya da altı roman için kendinize hazırlanma süresi tanımanız demek, hayatınızdan on yıla yakın bir zamanı bu yolda gözden çıkartmak anlamına gelir. Başarısız olma ihtimaliniz şüphesiz var. Onca yılın sonunda “demek ki olmuyor” da diyebilirsiniz. Bu da bir risk haliyle. Bu riski göze aldım. Şimdi kendi kendime düşündüğümde yeni mesleğim bu, diyorum. Olamayabilirdi de. Daha önce bu büyüklükte bir risk aldığımı hatırlamıyorum.

Yazdığınız her biyografik roman, bir dönemin Türkiye’sine ışık tutuyor. Bu karakterleri seçerken sizi cezbeden şey kişisel dramları mı, yoksa temsil ettikleri toplumsal kırılma anları mı?

Temsilcisi oldukları toplumsal kırılma dönemleri beni daha çok cezbediyor. Bu arada seçtiğim karakterleri de hafife almamak lazım. Özellikle de biyografik romanlarda, seçeceğiniz karakter, yaşadığı dönem ya da tanıklıklar kadar önemli olmalı. Adı üstünde bir “karakter”den söz ediyoruz. Romanınızı sürükleyecek, okurları kitaba bağlayacak kadar derinlikli olması şart. Başarılı olmanızı sağlar ya da tersi olur.

Yazmayı düşündüğünüz bir dönem ya da karakter var mı?

Şu aralar 1930’lar üzerine çalışıyorum. Bir değil birçok karakterle baş başayım. Bir dönem romanı yazıyorum anlayacağınız.

Gelecekte daha yakın tarihten hangi figürleri ya da olayları yazma ihtimaliniz var?

İçinde yaşadığımız dönemi yazmayı çok istiyorum. Geçen yirmi beş yıllık zaman dilimi pek çok berbat olayın yaşanmasına yol açtı, karakterin boy vermesini “sağladı”. Ancak şu anda her şey bir sis perdesinin ardında. Berraklığa ihtiyacımız var. Şu anda içinde bulunduğumuz durumun fazla uzun sürmeyeceğini umut ediyorum.

Tarihte en çok hangi kişiyi tanımak isterdiniz?

Şüphesiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü tanımak isterdim. Bir de Nazım Hikmet’i.

Yeşil Mürekkep’te bireysel bir trajediyi, En Hüzünlü Eylül’de büyük bir toplumsal travmayı anlattınız. Travmatik tarihî olaylara yaklaşırken bir yazar nasıl bir etik tutum benimsemeli?

Tarihe yüzde yüz bağlı olmamız gerekiyor. Bu her yazar için bir olmazsa olmaz. Özellikle de dönem romanları ya da biyografik romanlar yazıyorsanız, tarihi çarpıtma, bükme, değiştirme, esnetme hakkına sahip değilsiniz. Bu içinde yaşadığınız topluma karşı ihanet olur. Çünkü onlar sizin yazdıklarınızdan hareket ederek birisi, birileri ya da bir toplumsal dönem hakkında olumlu ya da olumsuz kanaat edinecekler.

Tarihle yüzleşme konusunda edebiyata düşen temel rol nedir?

Modern roman Voltaire’le başlıyor. O tarihten bu yana, okurların ezici çoğunluğu, tarihi romancılardan öğreniyor. Özel olarak tarih okumuyorsak ya da kendinize meslek olarak tarihçiliği seçmediysek, geçmişe dair ne varsa romancılardan öğreniyoruz. Bu arada sinema, tiyatro ve öteki sanatlar da romancılardan öğreniyor… Düşünün, Dickens olmasa Sanayi Devrimi’nin etkilerini........

© Toplumsal