T. Lothrop Stoddard'ın bakışıyla Pan-Turan Hareketi
T. Lothrop Stoddard’ın bakışıyla Pan-Turan Hareketi
Mehmet Akif Erdoğru
Amerikan tarihçi, gazeteci ve siyasetbilimci T. Lothrop Stoddard (1883-1950), I. Dünya Harbi bittiğinde, 1917 yılında, ‘Pan-Turanism’ başlığıyla, The American Political Science Review dergisinde yayınladığı yazıda şunları söyler: ‘Pratik siyasette önemli olan, insanların gerçekte ne oldukları değil, kendilerini ne sandıklarıdır. Sıklıkla gözardı edilen bu basit gerçek, aslında muazzam bir öneme sahiptir. Türk Dünyasında yaşanan ulusal gelişmelere olumsuz bir tepki olarak Arap ulusal bilinci tetiklendi ve hızlıca büyüdü. "Genç Türkiye"nin şaşırtıcı gelişimini hepimiz hatırlıyoruz; Osmanlıların, sultan-halifeye mutlak olarak itaat eden eski kafalı Müslümanlardan, II. Abdülhamid'in teokratik despotluğunun yerine, Türk dili ve kültürünün diğer her şeyin üzerinde egemen olduğu ve onu özümsediği bir Osmanlı ulus devleti kurmaya hevesli, kendini bilen vatanseverlere dönüşümünü. Bu, yalnızca bilinen ulusçulukta "ilk aşama"dır. Ancak, Arap ulusçuluğu gibi Türk ulusçuluğunun da ikinci veya "ırksal" gelişme aşamasına ulaştığını da belirtmeliyiz. Aslında, buradaki gelişimi gerçekten olağanüstüydü. Kesin olarak "Pan-Türkizm" olarak adlandırılabilecek sınırları çoktan aşmış ve şimdi "Pan-Turancılık" olarak bilinen gerçekten önemli bir kavrama ulaşmıştır.
Osmanlı Türkleri-Turaniler
Osmanlı Türkleri dünyada ırksal olarak yalnız değiller. Kuzey Avrupa ve Asya'nın her yerinde, Baltık'tan Pasifik'e ve Akdeniz'den Arktik Okyanusu'na kadar, etnologların "Ural-Altay ırkı" adını verdiği, ancak daha genel olarak "Turaniler" olarak adlandırılan geniş bir halk topluluğu uzanır. Bu grup, en geniş alana yayılmış halkları kapsar: İstanbul ve Anadolu'daki Osmanlı Türkleri, Orta Asya ve İran'daki Türkmenler, Güney Rusya ve Transkafkasya'daki Tatarlar, Macaristan'daki Macarlar, Finlandiya ve Baltık eyaletlerindeki Finliler, Sibirya'nın yerli kabileleri ve hatta uzaklardaki Moğollar ve Mançular. Kültür, gelenek ve hatta fiziksel görünüm açısından çeşitlilik gösterseler de, bu halklar yine de bazı belirgin ortak özelliklere sahiptir. Dilleri birbirine benzer ve daha da önemlisi, fiziksel ve zihinsel yapıları tartışmasız benzerlikler gösterir. Hepsi, sinir liflerinin olağanüstü sağlamlığıyla birleşen büyük fiziksel canlılıklarıyla tanınırlar. Hayal gücü ve yaratıcı sanatsal anlayışta, biraz eksik olsalar da, sabır, azim ve inatçı bir enerjiyle doludurlar. Çoğu, olağanüstü bir askeri kapasitenin yanı sıra, tebaa halklarını ustalıkla idare etme konusunda da dikkate değer bir yetenek sergilemiştir. Turaniler, dünyanın gördüğü en büyük fatihler ve imparatorluk kurucuları olmuştur. Attila ve Hunları, Arpad ve Macarları, İsperiç ve Bulgarları, Alparslan ve Selçukluları, Ertuğrul ve Osmanlıları, "esnek" Moğol ordularıyla Cengiz Han ve Timur, Hindistan'da Babür, hatta uzaklardaki Cathay'da Kubilay Han ve Nurhaçu hep aynıdır. Bakış açısına göre görkemli veya uğursuz, Turan'ınki kesinlikle harikulade bir geçmiştir. Elbette, bu farklı halkların gerçekten tek bir gerçek ırk oluşturup oluşturmadığı sorgulanabilir. Ancak, daha önce de gördüğümüz gibi, bunun pratikte hiçbir farkı yoktur. Benzer dillere ve mizaçlara sahip ve böylesine zengin bir ruh uyandıran gelenekle bezenmiş oldukları için, kendilerini ırksal olarak tek bir ırk olarak görmeleri, gerçekten dehşet verici bir güce sahip ulusçu bir dinamik oluşturmaları için yeterli olacaktır.
Macarlar, Finler, Tatarlar
Yaklaşık bir nesil öncesine kadar böyle bir hareketin hiçbir belirtisinin görülmediği doğrudur. Macarlar ve Finler gibi uzak kökenler, ortak bir Turan bağından habersiz olmakla kalmıyor, Türkler ve Türkmenler gibi aşikâr akrabalar bile birbirlerine neredeyse tam bir kayıtsızlıkla bakıyorlardı. Turan'ı saran sisleri ilk dağıtan, Batılı etnologların çalışmalarıydı. Bu durum özellikle Macar etnoloji okulu için geçerliydi. Batı kültürünün derinlerine işlemiş olsalar da Macarlar, Asya kökenlerini asla unutmamış ve Aryan Avrupa'nın ortasında her zaman kendilerini biraz yalnız hissetmişlerdir. Bu his, 19. yüzyılda Avrupa'yı kasıp kavuran ve etnik farklılıkları vurgulayarak halklar arasındaki mevcut ayrışma çizgilerini keskinleştiren ulusalcı dalgalarla doğal olarak yoğunlaşmıştır. Bunun üzerine Macarlar içgüdüsel olarak uzun zamandır kayıp olan akrabalarını aramaya yöneldiler ve Macar bilginlerinin, özellikle de büyük oryantalist Arminius Vambery'nin araştırmaları, Turan Dünyasının beklenmedik enginliğini ortaya koydu. Bu durum kısa sürede yerel olmaktan çok daha fazlasını ifade etti. Vambery ve meslektaşının eserleri Turan'ın dört bir yanına yayıldı ve yeni bir zamanın karanlık nefesine çoktan uyanmış, anlayışlı zihinler tarafından yutuldu. Turan hareketinin normalliği, Türk İstanbul’u ve Rus Volgası boyunca uzanan Tatar merkezleri gibi birbirinden çok uzak noktalarda eş zamanlı olarak ortaya çıkmasıyla kanıtlanmıştır. Gerçekten de, mayalanma Boğaz'dan (İstanbul) daha önce Volga'da etkisini göstermeye başlamıştır. Batı'da neredeyse hiç bilinmeyen bu Tatar canlanması, tüm ulusalcı tarihin en sıra dışı olgularından biridir. Bir zamanlar toprak efendileri olan bu Rusya Tatarları, uzun zaman önce yüksek mevkilerinden düşmüş olsalar da, Slav okyanusunda asla yok olmadılar. Birçoğu dört yüz yıldır Moskova idaresi altında olmalarına rağmen, dini, ırksal ve kültürel kimliklerini inatla korudular. Özellikle Kazan ve Astrahan'da Volga boyunca yoğun bir şekilde kümelenmiş, Kırım'ın büyük bir bölümünü elinde tutan ve Transkafkasya'da önemli bir azınlık oluşturan Tatarlar, Slav imparatorluğunda belirgin yerleşim bölgeleri oluştururlar; geniş bir alana yayılmışlardır ancak boyun eğmezler. Rusya Tatarları arasında ulusal öz bilincin ilk kıpırtıları 1895 gibi erken bir tarihte ortaya çıktı ve o tarihten itibaren hareket şaşırtıcı bir hızla büyüdü. 1904 Rus Devrimi sırasında........
© tarihistan.org
