menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bilim ve siyaset: (6) Bilimin sesi, direnişin dili

36 16
07.09.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

07 Eylül 2025

Karikatür: Yakup Karahan

Geçen haftadan devam...

Bilim ve siyaset ilişkisi üzerine Psikiyatrist Dr. Oya Saldı Özgür ile söyleşimizin geçen haftaki 5. Bölümünde, “hakikatin politikası” üzerine konuştuk. Bilimsel bilginin siyasetten tamamen ayrılamayacağını kabul ettik, ancak çarpıtmalara karşı etik ilkelerle nasıl sınırlar koyabileceğimizi tartıştık. Platon’un Gigis’in Yüzüğü metaforu ve Lawrence Kohlberg’in ahlak kuramı üzerinden evrensel değerleri ele aldık. Bilimin yönlendirilen değil, yön veren olabilmesi için, bu değerleri içselleştirmiş bireyler yetiştirmenin önemine vurgu yaptık. Meslek örgütlerinin karar süreçlerinde ve kamuoyunu bilgilendirmede daha aktif rol alması gerektiğini savunduk. Bu hafta, bilim insanlarının toplumsal değişimden nasıl etkilendiklerini ve bilimin aslında niye bir direniş olduğunu, araştırma iletişimi perspektifinden tartıştık.

Sözü farklı bir kavrama, araştırma iletişimine getirmek istiyorum. Türkiye’den ayrılmadan bir yıl önce, 21-22 Mart 1992’de, Sevgili hocam Prof. Olcay Neyzi’nin desteğiyle İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz, WEBCOM (The Communication Web for Health) öncülüğünde yaptığımız Araştırma İletişimi Çalışma Grubu toplantısı, Türkiye için bir ilkti. Aşağıda çalışma grubunun raporunun kapak görselinin altında, fotoğraftaki katılımcıları sıraladım. Bu tarihsel bir toplantı olduğu için, isimleri anmanın bir borç olduğuna inanıyorum.

Araştırma iletişimi, araştırma bulgularının, fikirlerinin ve etkilerinin farklı hedef kitlelerle- hem akademik çevrelerle hem de daha geniş toplumla- paylaşılması süreci. Dolayısıyla, teorik olarak araştırma iletişimi araştırma planının en önemli halkalarından biri. Tanık olduğum ya da değerlendirdiğim araştırma önerilerinde bugüne dek araştırma iletişimi planına hiç rastlamadım ben. Hatta, çoğu araştırmanın da bir yapalım da sonra karar veririz nerede yayınlayacağımıza diye başladığını biliyorum. Akademik yayılım anlamında bile bir hedefi olmayan bir araştırmanın araştırma iletişim planı olmasını beklemek saflık aslında.

Araştırma iletişimi derken, makalenin yayımlanması ya da bilimsel konferanslarda sunulmasının yanı sıra kamuya yönelik anlatımı, politika yapıcılarla paylaşımı, diğer araştırmacılar, topluluklar ya da endüstri ile bilgi üretimi ya da uygulama süreçlerine katılım gibi farklı boyutlarından söz ediyoruz. Bu plan, doğal olarak ortak bir sorumluluk gerektiriyor. Araştırmacının kendisi birincil derecede sorumlu aktör olmakla birlikte, üniversiteler, araştırma kurumları, bilim iletişimcileri, gazeteciler, fon sağlayıcı kuruluşlar, politika yapıcılar, sivil toplum kuruluşları, halk ve diğer ilgili topluluklar farklı rollerle devreye giriyor.

Dr. Oya Saldı Özgür’e, araştırma iletişiminin, tıbbın (ve genelde bilimin) gündemi yönlendirebilir olmasının en önemli bileşenlerinden biri olup olmadığını soruyorum.

Oya, konuya bambaşka bir yerden yaklaşacağını söylüyor. “İnsanın, doğanın belirsizliğine karşı düzen arayışı ile yarattığı şeylere kültür diyoruz. Ancak, tarih boyunca gözlediğimiz gibi, kültür endüstrisi yapay ihtiyaçlar da üretiyor. Düşünsene, bugün Kafka gibi kokan mumlar satılıyor… İnsan doğasında ifrat ve tefrit arasındaki bu salınım hemen her alanda var.”

“Modernitenin akılcı arayışları postmodern çağ ile birlikte akışkanlığın, kayganlığın arttığı, formsuzluğun hüküm sürdüğü bir evren yaratıyor.”

“İşte bu yeni dünya anlayışında birey, kelebek etkisi denilen etkinin kendi aksiyonları üzerinde rol oynadığına inanıyor, sorumluluklarından azade kendini toplumsal değişimde kelebek gibi aciz bir konumda da hissediyor. Eylemlerinin hiçbir şeye etki etmeyeceğini düşünüyor. Onun tek sorumluluğu kendini acıdan kurtarıp mutlu olmak. İsterse başaracağına inandırılmış, bunun yaşadığı çevre, doğa ve hatta dünya ile topyekün olacağını unutmuş bir sinik olarak mücadeleden, yaratıcılıktan, anlam arayışından vazgeçiyor. Evden çalışmanın ona getirisine kapılıyor ama bu koşulların onu nasıl yalnızlaştırdığını tartamıyor.”

“Eh, birey buna dönüşünce otoritenin ona yüklediği anlamlara teslim, persona yoğun bir yaşam sürmeye meyli........

© T24