Bilim ve siyaset: (1) E pur si muove (Ama yine de dönüyor)
Diğer
03 Ağustos 2025
Karikatür: Yakup Karahan
Ne zamandır bilim/tıp ile siyasetin ilişkisi üzerine okuyor, kafa yoruyorum. Bu ilişkiyi, farklı bir boyutta derinlemesine tartışmak için psikiyatrist arkadaşım Dr. Oya Saldı Özgür’ü arıyorum. Hiç abartmadan iki saat konuşuyoruz… Sonunda, uzun soluklu, bir nehir söyleşide anlaşıyoruz… Neredeyse her birinin tam sayfayı kapladığı altı soru gönderiyorum Oya’ya. Oya da geniş bir zaman diliminde yanıtlıyor soruları; araya rahatsızlıklar, yolculuklar, başka öncelikler giriyor, ama bu söyleşi unutulmuyor… Her bir soruyu uzun uzun tartışıyoruz ayrıca. Sonunda soruları ve yanıtların her birini ayrı birer yazı olarak okura sunmaya karar veriyoruz.
Dr. Oya Saldı Özgür Antalya’da Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni ve aynı yerde psikiyatri ihtisasını tamamladı. On yedi yıl süren Antalya Devlet Hastanesi’ndeki görevinden sonra meslek hayatına özel muayenehanesinde devam etmektedir. Dr. Özgür, Ötekiler ve Tren Hikayeleri kitaplarının da yazarı.
Bilim hiçbir zaman siyasi bir boşlukta var olmadı. Siyasi güçler tarihsel olarak hangi fikirlerin gelişeceğini ve hangilerinin bastırılacağını şekillendirdi. Bu yalnızca fikirlerde değil, ortaya çıkartılan bilimsel gerçeklerde de böyle oldu. Örneğin, 1610’larda Galileo Galilei güneş merkezciliği buldu, yani Katolik Kilisesi’nin dünyanın evrenin merkezi olduğu dogmasının aksine, güneşin evrenin merkezi olduğu, dünya dahil diğer gezegenlerin güneşin etrafında döndüğü gerçeğine çalışmaları sonunda ulaştı. Kısaca, Katolik Kilisesi bunu sapkınlık olarak gördü. Galileo, Engizisyon tarafından yargılandı ve ev hapsine alındı (Galileo ölene dek ev hapsinde kaldı). Özetle, bilim otoriteye meydan okumuş ve sonunda otorite tarafından cezalandırılmıştı.
Galileo’ya yalnız kilise değil, filozoflar, akademisyenler de sırt çevirmiş, eleştirmişlerdi. Bilimsel bulgularda en önemli yaklaşımlardan biri olan tekrar edilebilirlik konusunda Galileo’nun, bulgularına ısrarla karşı çıkan filozoflara ve akademisyenlere, kendi teleskobuyla bakmalarını ve konuyu bizzat deneyimlemelerini istemesine bile kulaklarını tıkamışlardı. Galileo, Alman gökbilimci ve matematikçi Johannes Kepler'e Ağustos 1610'da yazdığı bir mektupta, keşiflerine karşı çıkan bazı filozofların teleskopla bakmayı bile reddetmelerinden şöyle yakınıyordu:
“Sevgili Kepler, keşke sıradan sürünün olağanüstü aptallığına gülüp geçebilsek. Ne gezegenlere ne aya ne de teleskopa bakmak istemeyen ve bir engerek yılanının inadıyla dolu olan bu akademinin başlıca filozofları hakkında ne düşünüyorsun? Oysa bunu onlara bin kez, hem de isteyerek ve gönüllü biçimde sunmuş olmama rağmen. Gerçekten de nasıl ki engerek yılanı kulaklarını tıkarsa, bu filozoflar da gerçeğin ışığına gözlerini kapıyorlar.”
Antik efsanelerde, yılan oynatıcısının rahatsız edici müziğini duymamak için, engerek (asp) yılanının bir kulağını yere bastırıp, diğer kulağını da kuyruğuyla tıkayarak istemli sağırlığa başvurması şeklindeki anlatıyı, bu pasajda gerçeğe karşı bilinçli körlük ve sağırlık metaforu olarak kullanan Galileo, filozof ve akademisyenleri hem kulaklarıyla duymamak hem de gözleriyle görmemek mecazı üzerinden, aklın ve bilimin inkar edilmesini sert bir şekilde eleştirmişti. 1600’lerde gerçekleşen bu hikayeyi Oya’yla paylaşıp, “Günümüzde COVID-19 pandemisinde aşı karşıtlığına, iklim değişikliği krizine siyasi ve ekonomik çıkarlar uğruna duyarsız yaklaşımlara, toplumsal cinsiyet ve evrim tartışmalarında bilimsel olarak tanımlanmış pek çok konunun ideolojik nedenlerle reddedilmesine ne kadar benziyor........© T24
