menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yeni Samizdat Çağı: YouTube gazeteciliği

31 4
30.06.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

30 Haziran 2025

Yeni Samizdat Çağı’na hoş geldiniz…

Eskiden, bilgiye ulaşmanın bedeli daktilo başında geceyi geçirmekti. Sovyet sokaklarında, mahzenlerde, elde çoğaltılan ve el altından dolaşan kağıtlar… Adı Samizdat’tı. Devletin izin vermediği her metin, her fikir, her eleştiri satırı böyle yayılırdı. Baskı makineleri susabilir, gazete kapatılabilir, matbaalar mühürlenebilirdi ama fikir? O bir kere sokağa düştü mü durmazdı. Hey heyyy, hala durmaz.

Samizdat, kelime olarak Rusça “öz-yayın” demek. Yani devletin izin vermediği, sansürlediği her türlü bilgi, belge, kitap, makale, el yazısı veya derginin kaçak şekilde çoğaltılıp dağıtılması. Sovyetler’de doğdu ama Doğu Avrupa’da, hatta Latin Amerika’da benzer sistemler vardı. Mesela Çekoslovakya’da Vaclav Havel’in, Polonya’da Dayanışma Hareketi’nin dağıttığı tüm o yasaklı metinler aynı kültüre dahil. Türkiye’de de 12 Eylül döneminin yeraltı bildirileri, yasaklı kasetlerini düşünün; o da bizim yerli Samizdat’ımızdı diyebiliriz.

Bugünün YouTube yayıncılığı, bağımsız haber portalları, podcast serileri — modern çağın Samizdat’ı. Devlet baskısı, medya tekeli, sermaye sansürü… Hiçbiri halkın bilgiye ulaşma arzusunu tamamen yok edemiyor, edemez de. 90’lı yıllarda da gazete dediğimiz büyük büyük binaya girerdik (plazada çalışmak da gerçekten çok havalı görünürdü), büyük büyük masada oturur, büyük büyük laflar söylerdik. Kırılıp açılmayacak kapı yoktur zamanlarından bahsediyorum. Gazeteci olduğunu söylediğin her yerde, karşındakinin “Acaba ne yanlış yaptım” diye bir anlık bir titreme geçirdiği dönemlerden bahsediyorum. M.Ö. bilmem kaç… Şimdi gazeteci dediğin, evinin balkonunda, yanında kedi, mutfakta demlik kaynarken, salonda bir masa lambasının ışığı altında yayın yapıyor. Çünkü o büyük binalar artık ya yok ya satıldı ya da içinde haber yapılmıyor. Ana akım medya dediğimiz o dev gemi, yıllardır su alıyor. Bence çoktaaaaan battı da, siz umudunuzu kaybetmeyin, belki su boşalır. Bugün baktığınızda; eski gemilerin kaptanları da ortalıkta çok değil, kalan birkaç yolcu da YouTube’da yeleğiyle yüzüyor.

Her kim gazeteleri kontrol altına aldılar diye susacağımızı, ekranlardan vazgeçtik diye köşeye çekileceğimizi sandıysa, yanıldı. Bugün YouTube kanalları, bağımsız haber siteleri, sansürsüz podcast’ler, o eski direncin modern izdüşümü. Peki bu yeni medya düzeni sadece kişisel bir özgürlük alanı mı? Hayır. Bu, toplumun bilgiye ulaşma hakkı için açılmış bir kapı. Soru şu: O kapıyı açık tutacak mıyız, yoksa yine üç dört büyük sermaye grubunun, siyasi aparatların eline mi bırakacağız? Fatih Altaylı’nın “boş koltuk” yayınına baktınız mı? Fatih Bey cezaevine girdi, sandalyesi yayında kaldı. Ne oldu? İlk beş dakikada yarım milyon kişi o boş sandalyeyi izledi. Kimse kusura bakmasın; bugün ana haber saatleri, o boş sandalye kadar bile izlenmeyen koca koca medya grupları var. Şimdi bazıları küçümseyerek diyor ya: YouTube gazetecisi… Buyurun izlenme rakamları ortada. Ana akım ekranlarında reyting diye birbirini yiyenlerin toplamı kadar izlenen bağımsız içerikler var. Altaylı’yla bitmiyor, Ruşen Çakır, Cüneyt Özdemir, Özlem Gürses, Murat Yetkin, Nevşin Mengü, Şule Aydın, Murat Ağırel, Barış Pehlivan, Timur Soykan, Barış Terkoğlu, Ahu Özyurt ve şu anda adı aklıma anlık gelmeyen çok çok, birçok şahane gazeteci… Her biri başka bir yerden yürüyüşe çıktı, yolları dijitalde kesişti.

Peki meseleleri sadece izlenmek mi? Elbette hayır. Bağımsız gazetecilik dedikleri şey, evin balkonundan seslenmekle olmuyor. Mikrofon, ışık, ekipman, o videonun arkasında da emek, ekonomi, zaman konuşuyor. Çoğu bunu da anlatamıyor ama inatla ayakta kalmaya çalışıyor. Burada bir soru........

© T24