menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Müzik deyip geçmesek mi?

24 1
27.07.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

27 Temmuz 2025

Kendimi bildim bileli lokanta, kafe ve bar gibi yerlerde arka planda müzik çalınmasına anlam veremeyen biriyim. Müzik dinlenecekse susulup dinlenir, konuşulacaksa da müzik kapatılır, her ne konuşulacaksa oturup konuşulur diye düşünmüşümdür. Hatta, müziğin muhabbet ve çatal bıçak sesleriyle yarıştırılmasını o müziği üretmiş olan sanatçılara haksızlık olarak da görmüşümdür. Son yıllarda işitme yetim zayıfladığı için müziğin bu türden kullanımına giderek hayıflanır da oldum.

Yaz kış spor ayakkabısı giyenlerden bile daha çok sayıda insanın yukardaki paragrafı okuduğunda bende bir “arıza” olduğunu düşüneceğinin farkındayım (lokantada müzik çalınmadığı için olay çıkaran insanlar olduğunu duymuşluğum bile var). Gerçekten de belli belirsiz bile olsa müziğin ya da müziğimsi seslerin duyulmadığı yeme içme mekanları bir yana, mağazaların, spor salonlarının, fonda müzik çalmayan podcast’lerin bile garipsendiği bir koşullanma düzeyine ulaştık.

Söz konusu mekanlarda ve film, video, podcast gibi iletilerde müziğin başlıca işlevi “ambiyans” ya da “atmosfer” yaratmak. Yani, doğrudan bilinçaltıyla muhatap olan “damardan” bir manipülasyon söz konusu. Bu, temelde, işitselin görsele kıyasla birtakım farklı, hatta çok daha güçlü nitelikleri olmasından kaynaklanıyor:

Birincisi, göz ve kulak yapıları birbirinden çok farklı: Gözlerimizi sağa sola çevirebiliyoruz, kapatabiliyoruz ama kulaklar sürekli açık, oldukları yerde kıpırdamadan duruyorlar. Gözlerimiz dümdüz baktığımızda kısıtlı bir alanı görüyor, daha fazlasını görebilmek için başımızı çevirmemiz, arkamızı görebilmek için de dönüp bakmamız gerekiyor. Buna karşılık kulaklarımız sesleri, hangi yönden gelirlerse gelsinler, duyuyor.

İkincisi, beyinlerimiz sesi ve görüntüyü farklı bölgelerde, farklı işlemlerden geçirerek algılıyormuş. Sesin algılandığı “temporal lob” görüntünün algılandığı “oksipital lob”dan çok daha hızlı çalışıyormuş. Bu nedenle sesleri algılamamız da, seslere tepkilerimiz de görüntülere oranla daha hızlı gerçekleşiyor. Malum, “alarm” aygıtları öncelikle ses çıkarsın diye yapılıyor.

Üçüncüsü, sürekli açık duran kulaklarımız çevredeki sesleri her zaman duyuyor ama hepsini dinlemiyor: Beyinlerimiz bu sesleri biz farkında olmadan “kesinlikle dinlemeye değer”den başlayıp “hiç dinlemeye değmez”de biten bir tercih sıralamasına sokuyor. Örneğin, beynimiz sürekli çalışan bir motor sesinin varlığını yok hükmünde saydığı için sesi ancak motor durduğu zaman farkediyoruz. Örneğin, New York şehrinde ambülans ve itfaiye sirenlerinin çok sık duyulduğunu ancak yeni gelmiş birileri şikayetlendiği zaman farkediyoruz. Örneğin, Türkiye’ye yeni gelmiş, sabah namazına kalkmayan biri bir süre sonra sabah ezanıyla uyanmamaya başlıyor.

Dördüncüsü de, beyinlerimiz sürekli olarak kulağın duyduğuyla gözün gördüğünü (hatta burnun kokladığını, dilin tattığını) birbiriyle ilintilendiriyor. Bu bilinçaltındaki “özdeşleştirme” içgüdümüz sonucunda temelini Ivan Pavlov’un attığı “klasik koşullanma” olarak anılan davranış........

© T24