menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Güzel düşler kuran babam

9 11
12.01.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

12 Ocak 2025

Cenin pozisyonunda yatarken, derin bir uykuya dalmış gibi gözüküyor. Başının hemen üstündeki duvarda sevgili merhum arkadaşı Muhsin Kut’un yağlıboya tablosu asılı duruyor; yeşilin ve kahverenginin koyu tonlarıyla endüstriyel bir limanı tasvir eden bu çalışma, odadaki kasvetli havayı iyice yoğunlaştırıyor. Tek kişilik yatağının bitişiğindeki duvarda boya lekeleri göze çarpıyor. Bu odayı neredeyse otuz yıldır stüdyo olarak kullandı. Yıllar boyunca her gün soluğu burada alıp saatlerini resim yaparak geçirdi fakat şimdilerde tüm gününü, bilinci pek de yerinde olmayarak yatağında, gecesini gündüzünü karıştırarak geçiriyor.

Kendisi artık resim yapamıyor olsa da çalışma masasının yerini almış olan tek kişilik yeni yatak ilavesinin dışında, oda hâlâ işleyen bir stüdyo görünümünde: Boş çerçeveler ve çerçeveli resimler duvarlara yaslanmış, her boşluğu dolduruyor. Kâğıt işleri ve paspartular geniş, çekmeceli bir dolabın içinde saklı duruyor. Gelin görün ki resim malzemelerinden (boya fırçaları, akrilik boyalar, kavanoz içinde toz pigmentlerden) eser yok. Şövalesinin bile yerinde yeller esiyor.

Kendisinin son dönem soyut resimlerinden en sevilen birkaç çalışması ve Bregenz, Avusturya’da 1995 yılında açtığı kişisel sergisinden kalan poster duvarları süslüyor. Kitaplığının en üst rafında, çok beğendiği ressam Burhan Uygur ile Alman soyut ressamı Emil Schumacher’e ait monografiler gözüme ilişiyor. Ayrıca R.B. Kitaj, Marlene Dumas ve Albert Oehlen’a ait olanlar da gözümden kaçmıyor; zaten bunları Londra’dan farklı zamanlarda yaptığım ziyaretlerimde ona ben getirmiştim. Sanat zevkimin yıllar içerisinde ne şekilde evrildiğini ve baba-kız ilişkimizin, sanata olan ortak tutkumuzla nasıl harmanlandığını hatırlatıyorlar. Hemen orta rafta, Muhsin Kut’un ince bir kitabı dikkatimi çekiyor. Kitabı raftan alıp Kut’un giriş sayfasında babama yaptığı ithafını okuyorum: Boş zamanlarında konsolos olan gerçek ressam dostum Yüksel Tamtekin’e.

Kitaplığın en alt rafında babamın caz LP’leri dikkatimi çekiyor. Eğilip sırayla John Coltrane, Thelonious Monk ve Chick Corea’ya ait albümlere göz atıyorum. Çocukluğumda evde pek sık duyduğum hararetli doğaçlama, bir an için kulaklarımda çalıyor.

Babam gençliğinde tam bir caz tutkunuymuş. Amerika’nın en avangard cazını, Türkiye’de 1942’de yayın hayatına başlayan Amerika’nın Sesi radyosundan takip edermiş. Mülkiye’de Hariciye bölümüne devam ederken saksafon çalmaya başlamış ve Ankara’da çeşitli caz gruplarıyla çalmış: Nota okumayı hiçbir zaman öğrenmeden, kulaktan çalarak. Sonraları, saksafon onu sık sık nefesiz bıraktığından (astımı olduğunu yıllar sonra öğrenecektir) flüte geçmiş. Babam, ilerleyen yıllarda Türkiye’de caz müziğinin öncüleri olarak sayılacak pek çok müzisyenle aynı sahneyi paylaşmış; bunlardan birisi de meşhur davulcu Erol Pekcan olmuş.

Babam 1955’te Dışişleri Bakanlığına girdiğinde bu tarz etkinliklerinin bakanlık mensupları için yasak olmasından dolayı canlı sahne performanslarına son vermek zorunda kalmış. 1980’lerde ben henüz küçük bir kızken, elinde flütüyle, pikaptan yükselen bebop caz müziğine eşlik edişini hayal meyal hatırlıyorum. Ancak seneler geçtikçe ve resim iyiden iyiye esas meşguliyeti haline geldikçe bu tarz doğaçlamaların seyri gitgide azaldı ve en nihayetinde babam, başladığı noktaya, yani çok hevesli bir caz dinleyicisi olduğu günlere geri döndü. Caz müziği, resim yapma rutininin önemli bir parçası haline geldi. Onun diplomatik görevi, bizi Avrupa kıtasında ve ötesindeki ülkelere götürdükçe yaşayacağımız farklı evlerdeki stüdyoların duvarlarından caz notaları yankılandı. Ancak müzisyen olduğu zamanlar onu hiçbir zaman tümüyle terk etmemiş olacak ki, 80’lerindeyken caz müziğini icra eden müzisyenleri resmettiği ufak resimler serisini üretir.

1967 yılında Budapeşte’de Türk elçiliğinde görevliyken, Macaristan Güzel Sanatlar Akademisi’nde akşamları düzenlenen resim derslerine bir yıl boyunca devam etti. Ancak babamın resme olan merakı, 1970’lerin sonunda, biz Ankara’da yaşarken yeniden canlandı. Hafta sonları Lütfü Günay’ın stüdyosuna gitmeye başladı ve oradayken malzeme olarak elinin çok yatkın olduğu yağlı pastel boyayla peyzaj ve gecekondu manzaraları resmetmeye yöneldi.

Babam için, sanat üretimi, kısa zaman içinde hayatındaki pek çok şeyin önüne geçti. Bazen öğle aralarında, sırf yarım kalan bir resmin üzerinde çalışmaya devam etmek için apar topar ofisten çıkıp eve dönerdi. Evde olduğu vakitleri de çoğunlukla stüdyosunda geçirirdi. Yeni bir eser ortaya çıkardığında ya da resimde tatmin edici bir aşamaya geldiğindeyse – ışıl ışıl parlayan gözleri ve şakaklarından akan terlerle – babam beliriverir ve annemle beni, evde kız kardeşim, ağabeyim ya da ablalarım varsa onları da, stüdyosuna çağırırdı. Orada hepimiz resmin kompozisyonunu, renk düzenini ve hissiyatı üzerine konuşmaya dalardık.

Aile gezilerimiz, babam tarafından organize edildiğinde onun sanat meşgaleleri etrafında dönerdi. Uzak semtlerdeki dükkânlarda, zar zor temin edilebilen sanat malzemelerinin alışverişine ya da gecekondu mahallelerinde veya kırsal bölgelerde eskiz yapmak için sanatçı arkadaşlarla gerçekleşecek buluşmalara biz de dahil edilirdik. Diğer sanatçılarla kurduğu dostluklar onun için fevkalade önemliydi. Evdeyken çoğunlukla kendi başına kalır, derin hülyalara dalardı. Ama keyfinin yerinde olduğu anlarda son derece eğlenceli ve esprili olabilirdi, bazen de bir anda tepesi atıverirdi.

Babam, Sidney’de Başkonsolos olarak görev yaptığı dönemde (‘81 ile ‘85 yılları arası), oranın tanınmış ressamlarından, ülkenin sanatsal tarihine kıymetli katkılarda bulunmuş Boyd ailesine mensup olan David Boyd ve Robert ‘Bob’ Dickerson ile yakın bir dostluk kurdu. Ayrıca burada ressam Muhsin Kut’la da tanıştı; o zamanlar büyük ekonomik sıkıntılardan dolayı fabrikalarda çalışmak zorunda kalan Kut, 1986’da Türkiye’ye döndükten sonra resimleriyle büyük beğeni topladı ve kayda değer bir ticari başarı da elde etti.

Avustralya’nın babamın üzerindeki tesiri çok büyük oldu. Oradaki arazilerin uçsuz bucaksızlığı onu, kendi sınırlarından kurtarıp özgürleştirdi. Babam daha büyük ebatta işler yapmaya başladı, peyzajları klasik bir yaklaşımdan ziyade daha akıcı ve yaratıcı, renk kombinasyonları ise daha büyüleyici olmaya başladı. Sidney’de açtığı iki kişisel sergisindeki eserlerin nerdeyse tamamı satıldı. ‘Pembe Vadinin Beyaz Papağanları’ adlı resmi, bu sergilerin birinde........

© T24