“Gel, haydi gel!” 1 Mayıs meydanları bizleri nereye ve neden çağırıyor?
Diğer
28 Nisan 2025
Kaynak: 31 Aralık 1961, Saraçhane Mitingi. Kaynak: Türkiye'nin 1960'lı Yılları, Hazırlayan: Mete Kaan Kaynar, İletişim Yayınları)
Giriş
Yaklaşan 1 Mayıs, Türkiye’de Onur Akın’ın şarkısında anlattığı gibi bir duygu bırakıyor sanki. İşçi sınıfının neo-liberal otorilerleşme nedeniyle alanlardaki düşünce ve duygu ortaklığından çekilmesinin yol açtığı kederin yanı sıra 1 Mayısların sönmeyen ateşini canlı tutanların sevinci bir arada yaşanıyor. Tüm bunlar, “Oy dilsizim, oy gülmezim, yağmur yüreklim, oy çiçek bakışlı yârim, rüzgarım benim!” şarkısında karşılanıyor adeta. Bir dize ve bir şarkı da çağrışım yapıyor yine. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in eşsiz dizelerinde ifade ettiği ve Selda Bağcan’ın su gibi sesinden dinlediğimiz gibi “yaprak döker bir yanım, bir yanım bahar bahçe!” Bir yanımız 1 Mayıs’larda çok acı çeken geçmiş kuşağın işçilerinin acılı ağırlığı, bir yanımız yârimiz işçi sınıfından umudu kesmeme halinin umudu ve cesareti! “Kır gündelik yaşamın rutinini!” “1 Mayıs’ta, Gel alanlara!” diyen ses!
1 Mayıslarda bizleri alanlara, 1886’da 8 saatlik iş günü eylemine katıldığı için üzerine ateş açılması sonucu hayatını kaybeden 10 kişi ile idam edilen bu olayların sorumlusu olarak gösterilen 4 işçi önderi Albert PERSONS, Adolph FISCHER, George ENGEL ve August SPIES’ların yüzleri, elleri ve “inadına alanlara gelin!” diyen sesleri çağırıyor. Öte yandan coğrafyamıza geldiğimizde, bizleri alanlara çağıran Türkiye’den sesler, Taksim Meydanı’ndan yükseliyor. 1977, 1 Mayıs’ında ateş açılması sonucu hayatını kaybeden 34 emekçi, Tez-Koop-İş Sendikası’nın 1 Mayıs videosunda ifade ettiği gibi “Gel, gel!” diyerek bizleri alanlara çağırıyor. İşçi sınıfının tüm çeşitliliği içinde gücü 1 Mayıs alanlarında görülür, yaygınlığı, yoğunluğu ve hızı meydanlarda hissedilir. Bizi alanlara sürükleyen şey sadece keder dolu belleğimiz değildir; şimdiki ve gelecek kuşakların, sokaklarda “hak, hukuk adalet!” talep eden gençlerin sesi de emekten, demokrasiden ve doğadan yana bir cumhuriyet için bizleri alanlara çağırıyor. İşçiler ve emekçiler olarak “artık yeter, yaşamak istediğimiz politik iklim bu değil!” diyen duygu ve düşünce seli, 1 Mayıs meydanlarında toplaşır.
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında işçi sınıfı, 8 saatlik iş gününü elde etmek için sürekli bir mücadele içindeydi. Çalışma koşulları ağırdı, ölümcüldü ve güvensiz koşullarda günde 10 ila 16 saat çalışmak oldukça yaygındı. Birçok işyerinde ölüm ve yaralanma olağan bir durumdu ve bu acımasız koşullar Upton Sinclair'in The Jungle (Orman) ve Jack London'ın Demir Ökçe gibi kitaplarına ilham kaynağı oldu. 1860'lı yılların başlarında, çalışan insanlar ücretlerde kesinti olmaksızın iş gününü kısaltmak için mücadele ettiler, ancak 1880'lerin sonlarına kadar örgütlü emek 8 saatlik iş gününü ilan etmek için yeterli gücü toplayamadı. Bu ilan işverenlerin rızası olmadan yapılmıştı, ancak işçi sınıfının çoğu tarafından talep ediliyordu.[1]
1 Mayıs günü, 139 yıl önce sermaye sınıfının sömürüsüne karşı işçi sınıfının en görkemli günlerinden birini anımsatıyor. 1886’da Amerikan Emek Federasyonu’nun “8 saat, 1886 Mayıs’ının 1’i itibariyle yasal günlük çalışma süresi olmalıdır” ifadelerini taşıyan tarihsel önergeyi kabul etmesi ile başladı. Bugünün öncesindeki aylarda, binlerce işçi daha kısa çalışma günü için mücadeleye katılmıştı. Nitelikli ve nitelikli olmayan, siyah ve beyaz, erkek ve kadın, yerli ve göçmen tüm işçiler eylemlere katılmışlardı. Sonunda 1 Mayıs günü geldi ve işçilerin gösterisi başladı. 1 Mayıs’ta 200 bin Amerikalı işçi iş bıraktı ve 8 saatlik işgünü talebinde bulundu. Polis yasa dışı olarak değerlendirdiği eyleme müdahale etti.[2]
1886 1 Mayıs’ında yapılan eyleme katılanlar üzerine ateş açılması sonucu 10 kişi hayatını kaybetti. Bu olayların sorumlusu olarak 8 işçi lideri tutuklandı. Bunların arasından 4 işçi önderi Albert PERSONS, Adolph FISCHER, George ENGEL ve August SPIES, 1 Mayıs 1886 yılında 8 saatlik iş günü mücadelesinde önderlik yaptıkları için idam edildi. Öncü işçiler yargılanırken ve idama götürülürken ifade ettikleri gibi, işçilerin haklarını savunmak suç olamazdı. Çok uzun saatler boyunca sefalet içinde çalışan, bu koşullardan kurtulmak isteyen işçilerin çaktığı bu kıvılcım, bu ateş asla söndürülemedi. 1 Mayıs 1890’da işçi bayramı olarak alanlarda kutlandı. Bundan sonra da dünyanın her yerinde işçi sınıfı ve emekçiler bugünü kutlamaya devam ettiler. 1 Mayıs işçi sınıfının insanca çalışma için gösterdiği direnişin simgesidir. Ve bu simge her yıl yeniden ve yeniden alevlenmektedir.[3]
1889'da İkinci Enternasyonal'in ilk toplantısı, Raymond Lavigne tarafından Chicago protestolarının 1890 yıldönümünde uluslararası gösteriler yapılması çağrısında bulunan bir önerinin ardından Paris'te yapıldı. 1 Mayıs 1890'da yapılan çağrı üzerine ABD'de ve Avrupa'nın birçok ülkesinde 1 Mayıs gösterileri düzenlendi. Şili ve Peru'da da gösteriler yapıldı. 1 Mayıs, Enternasyonal'in 1891'deki ikinci kongresinde resmen yıllık bir etkinlik olarak kabul edildi. Ardından 1894, 1 Mayıs ayaklanmaları meydana geldi. Amsterdam 1904 Uluslararası Sosyalist Kongresi, “tüm ülkelerin Sosyal Demokrat Parti örgütlerini ve sendikalarını 1 Mayıs'ta 8 saatlik işgününün yasal olarak tesis edilmesi, proletaryanın sınıfsal talepleri ve evrensel barış için enerjik bir gösteri yapmaya” çağırdı. Kongre, ‘tüm ülkelerin proleter örgütlerine, işçilere zarar vermeden mümkün olan her yerde 1 Mayıs'ta işi durdurma zorunluluğu’ getirdi. İkinci Enternasyonal'den bu yana 1 Mayıs çeşitli ülkelerin en önemli bayramlardan biri oldu.[4]
Düşünür Rosa Lüksemburg, Birinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği yıllara dek 1 Mayıs’ın üç büyük........
© T24
