menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Otokrasi, barış ve demokratikleşme

21 1
thursday

Diğer

12 Haziran 2025

Dünya çapında artan otoriterliğin, militarizmin, savaşların, demokratik gerileme ve kutuplaşmanın damgasını vurduğu bir çağda, barışa, çoğulculuğa ve demokrasiye olan ihtiyaç hiç bu kadar acil olmamıştı.

Böyle bir Dünyada, Türkiye Sırat Köprüsü’nden geçmeye çalışıyor. Mart ayında ülkenin en temel sorunlarından biri olan ‘Kürt Sorunu’nun barışçıl yollarla çözümüne ilişkin olarak başlatılan süreç ağır aksak yürüyor.

Bu süreçte PKK’nin kendini feshetme kararının ardından, Kurban Bayramı’ndan önce çıkarılan İnfaz Yasası ile cezaevlerindeki binlerce siyasi tutuklunun, gazetecinin, öğrencinin serbest bırakılması beklenirken bu gerçekleşmedi. Bu durum, başta Kürtler olmak üzere, tüm demokratik muhalefette büyük bir hayal kırıklığına yol açtı. Ekim ayında yeni düzenlemeler yapılacağı ileri sürülse de bu konudaki beklenti giderek azalıyor.

Barışın toplumsallaşması gerekiyor ancak bunun önündeki en büyük engel sürecin taraflarından bir olan siyasal iktidarın ve onun kontrol ettiği devletin işi ağırdan alırken otoriterliği tam gaz sürdürmesi, özellikle de CHP’li belediyelere yaptığı operasyonları genişletmesi.

Yani toplum sadece barışın değil, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrasında rafa kaldırılan (eksikli de olsa) demokrasiye geri dönüşün de sağlanmasını talep ediyor. Ancak böyle bir otoriter iktidar ile bırakın demokratikleşmenin sağlanmasını, barışın nasıl sağlanacağı ve kalıcı hale getirilebileceği ve demokratik bir anayasanın nasıl yapılabileceği de büyük soru işaretleri olarak önümüzde duruyor.

Bugünkü yazımız barışın inşası ile birlikte yürütülmesi gereken demokratikleşme mücadelesi üzerine. Yani iki bölümden oluşan yazımız, otoriter bir rejimde demokratikleşmenin nasıl sağlanabileceğine ve buna ilişkin mücadele yöntemlerine ilişkin. Bunun için de büyük ölçüde, Amerikalı yazar, anti-otoriterlik uzmanı Scot Nakagawa’nın çalışmalarına başvuracağız.

Nakagawa modern otoriterliğin askeri darbelerin ötesine geçerek sofistike demokratik erozyon stratejilerine evrildiğini ileri sürüyor. Ona göre, modern otoriterlik kabaca üç biçimde işliyor: (i) Kurumların ele geçirilmesi, (ii) bilgi savaşları, (iii) toplumsal kutuplaşma. (1)

Kurumların Ele Geçirilmesi

İlk olarak, modern otoriterler demokratik kurumları ortadan kaldırmak yerine, onları içeriden işlevsizleştirirler. Bu süreçte, iktidara sadık kadroları yargıya dahil etmek amacıyla mahkeme yapıları yeniden düzenlenir; kimi zaman belirli yetkilerle donatılmış özel mahkemeler kurularak (örneğin 2014 yılında kurulan Sulh Ceza Hakimlikleri gibi), yargının bağımsızlığına yönelik ciddi müdahalelerde bulunulur. Bağımsız yargıçlar ya pasif görevlere çekilir ya da zorla emekliliğe sevk edilir; paralel yargı düzenekleriyle adaletin tarafsızlığı zedelenir.

Sonuç olarak, mahkemeler başta olmak üzere, genel olarak yargı kurumu ele geçirilir ve iktidarın muhalefeti bastırmak, toplumu hizaya sokmak ve kendi meşruiyetini tesis etmek için kullandığı bir aygıta dönüştürülür.

Nitekim bunun en somut iki örneği; Polonya’da Hukuk ve Adalet Partisi’nin yargıyı sistematik olarak denetim altına alması ve Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yargıyı, muhalefeti kendi siyasal çizgisine göre dizayn etmek amacıyla araçsallaştırmasıdır.

Otoriterler ayrıca seçimleri manipüle ederler. İktidar partilerinin zaferi garantilemek için stratejik taksimat (seçim bölgelerinin iktidar partileri lehine yeniden belirlenmesi), muhalifleri hedef alan seçmen baskısı, medya aracılığıyla çarpıtıcı dezenformasyon kampanyaları ve kamu kaynaklarının kötüye kullanılması bu yöntemlerin başında gelir.

Buna en iyi örnek Macaristan'da Fidesz'in seçimleri sürdürürken eşit olmayan bir yarışma alanı yaratması ve Türkiye’deki son yıllarda yapılan seçimlerde yaşananlar verilebilir.

Modern otokratlar bürokraside tasfiye yaparlar. Profesyonel/liyakatli devlet memurlarını görevden alırlar ya da istifaya zorlarlar, paralel yapılar oluştururlar, merkez bankası gibi tarafsız kalması gereken kurumları siyasileştirirler, yolsuzlukla mücadeleyi ise muhalefeti örselemek amacıyla, seçici olarak kullanılırlar.

Bu konudaki en somut örnek, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişiminin ardından üniversiteler başta olmak üzere Türkiye'deki kurumlarda yaşanan tasfiyeler ve DEM’li belediyelere kayyım atanması ve CHP’li........

© T24