Gençler anlattı, biz dinledik: Üniversiteye dünyayı değiştirmek isteyen gider, iktidardan korkmayan, koltuğa değil; halka yaslanan akademi gerekli
Diğer
19 Mayıs 2025
Memleketin durumuyla ilgili umudun azaldığı dönemlerde gençlere bakmak gerekiyor. Ben öyle yapıyorum. Bu yazıda size iki gençten bahsedeceğim ve anlattıklarından. Geçen cuma günü Boğaziçi Üniversitesi Akademisyenleri ve Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED) iş birliğiyle 'Değişim Arifesinde Üniversite Buluşması'na katıldım. Saygın akademisyenler konuşmacı idi. Her birinden notlar aldım. Harvard Üniversitesi’nden Cemal Kafadar’ın konuşmasının pek çok açıdan önemi vardı. Birincisi; tarih profesörü Kafadar, Trump’ın ABD’deki üniversitelere baskı yaptığı sürece yakından tanıklık ediyordu. Hem genel anlamda ABD’de hem bulunduğu üniversitesinde hem kişisel olarak baskıya uğramış, yönettiği Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Direktörlüğü görevinden ‘Filistin’e destek konuşmaları yaptığı için’ uzaklaştırılmıştı. Sağ popülist otoriterlerin birbirinden öğrendiği ‘medyaya ve akademiye baskı’ konusu Trump ile beraber ABD’nin de sorunu olmuştu. Türkiye’de başta Boğaziçi Üniversitesi’nde ‘kayyum rektör’ ve bilimsel özerkliğe karşı yapılan baskılara direnen akademisyenler ile 19 Mart sonrası demokratik haklarını kullanarak yaşananlara itiraz eden gençler dünyada yakından izleniyordu. Cemal Kafadar ‘bizim burada herkesin üstüne ölü toprağı serilmiş gibi İstanbul'da Türkiye'de ne biçim hareket ediyor öğrenciler?’ diye ABD akademisinde konuşulduğunu anlattı. Kafadar’ın konuşmasından bir bölümü aktarayım:
"Eskisi gibi olmayan alternatif dünyalar tahayyül edebiliriz. Ediyoruz da nitekim. İşte yine gençlerin yeni kuşakların son haftalarda ama sadece son haftalarda değil çeşitli örneklerle çeşitli yerlerde karşımıza çıkardığı gibi. Ve bu kez Amerika'da yeni şeyler duyar olduk. Ya bizim burada herkesin üstüne ölü toprağı serilmiş gibi İstanbul'da Türkiye'de ne biçim hareket ediyor öğrenciler? Değişik ve farklı bir perspektiften, değişik algılar, sesler değerlendirmeler. Nasıl düşünmemiz gerektiği konusundaysa altını çizmek istediklerim şunlar.
Bilimsel özerklik canlı ve iyi bir üniversite hayatının olmazsa olmazıdır. Burası malûm. Bu özerklik dediğimiz şey; her görüşün kendini ifade edebileceği düşünce hürriyetinden farklı bir şeydir. Akademi dünyasının kendine has yöntem ve ölçütleri, siyaset dünyası olsun, para dünyası olsun dışardan müdahalelere mahal vermeyecek ortamlar ister.
‘Mutlaka bilimsel ölçütlerle hareket etmeye çalış’ diyen akademisyenlerin o gelgitli kendi dünyalarının, o muhtariyet içinde o özerklik içinde serpilmesi mümkün ancak. Bunun da düşünce hürriyeti gibi çok önemli ve kutsal diğer kavramımızla karıştırılmaması gerekiyor.
Yaşadığım dönemin konuyla ilgili konularına dair tarihçi gözüyle bir iki söz söylemek istiyorum. Bireylerin yaşadığı azil, hapis, sürgün gibi felaketler bir yana, ki bunlar yeterince kötü. Türkiye'de bilim ve düşünce hayatına en çok zarar veren şey iktidarlar eliyle kurumların devamlılığının, özerkliğinin ve örfünün kendine has geleneklerinin baltalanması olmuştur. Değişik iktidarlar üniversitelerin kendi vizyonları ya da vizyonsuzlukları yönünde marangoz diliyle söyleyeyim; bir torna tesfiye ve işkence atölyesine çevirmişler ve çevirmekteler. Hangi siyasi cenahtan gelirse gelsin hangi saikle yapılırsa yapılsın gerek üniversitelerin özerkliklerinin ve kurumsal geleneklerinin tahrif ve tahşiş edilmesine gerekse tek tek bilim insanlarının bilimsel özgürlüklerinin nefretle hedef alınmasına ya da kısıtlanmasına karşı durmamız gerekir. Kenan Evren cuntasının ve sonrasının YÖK mağdurlarının olsun, başörtülü olduğu için üniversiteye alınmayan çocuklar olsun, imzacı meslektaşlar olsun, Şehir Üniversitesi olsun, Boğaziçi Üniversitesi olsun, İstanbul Üniversitesi olsun, Van Üniversitesi olsun yarın öbür gün şimdi korunan kollanan üniversitelerden biri olsun fark etmez. Üniversitelerin özerkliği konusunda ve kurumsal geleneklerinin korunması konusunda kesinlikle tavır almalıyız ve ona göre hareket etmeliyiz."
Cemal Kafadar’ın konuşmasında sık sık atıfta bulunduğu gençlerden, iki tanesi toplantıda konuşmacıydı. Biri lise öğrencisi Ece Su Sevil, diğeri üniversite öğrencisi Naz Şen’di.
Önce Ece Su Sevil’in konuşması. Çok net bir dille üniversite yolunda endişelerini, beklentilerini, zorlukları anlattı. Ama umuda dair cümleleri de ekleyerek. Şöyle konuştu:
"Liseliyim. Ama artık 'liseli' olmak yalnızca bir yaş aralığını değil; bir kuşağın yükünü, hayalini ve direncini taşıyor. Bugün burada, geleceğin üniversitelisi olarak değil sadece; bugünün mücadele eden genci olarak konuşuyorum.Çünkü liseliler artık yalnızca üniversitelere destek veren bir topluluk değil, üniversite mücadelesinin doğrudan öznesi. Bize yıllarca aynı hikâye anlatıldı:
'İyi bir üniversiteye girersen hayatın kurtulur.' 'Okursan başarırsın.'
Ama artık bu masalların sonunu kendi gözlerimizle görüyoruz.
Diplomanın değersizleştiği bir ülkede yaşıyoruz. İyi üniversitelerden mezun olanların dahi işsiz kaldığı, bölüm fark etmeksizin asgari ücrette çalışmanın zorunluluk haline geldiği bir tablo bu.
Üniversiteler bireyin kendini geliştirdiği yerler değil artık; piyasanın ihtiyaç duyduğu işgücünün üretildiği bantlar gibi çalışıyor.
Okumanın artık güvenli bir gelecek vaadi kalmadı. Çünkü sistem zaten seni hayal ettiğin yere değil, sistemin yarattığı yollara savuruyor.
Ve üniversiteler bugün bir özgürleşme değil, denetlenme alanına dönüşmüş durumda. Sorgulayan değil, biat eden öğrenci; özgür akademi değil, yandaş kadro;........© T24
