menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ahmet Özer: Bugün en büyük üzüntüm içeride olduğum için barış sürecine fiilen katkı veremiyor olmamdır, ‘Golik’ten suç çıkar mı?

34 6
13.05.2025

Diğer

13 Mayıs 2025

CHP’nin geçen cumartesi günü Van’da yaptığı mitingde partinin genel başkanı Özgür Özel’den önce otobüsün üstünden bir mektup okundu. Mektubun sahibi 30 Ekim’de gözaltına alınan ardından tutuklanan partiden Esenyurt Belediye Başkanı seçilen Ahmet Özer idi. Özer Van doğumlu, hayatının çoğunu akademide geçirmiş bir isim. Avukat kızı Seraf Özer tarafından okunan mektupta şu mesajları verdi:

“Değerli hemşerilerim, bir şafak operasyonuyla alıp Silivri zindanına koydular. Başkanı olduğum Esenyurt Belediyesi’ne ise kayyum atadılar. Halk iradesini gasp ettiler. Türkiye’nin en büyük ilçesini Vanlı bir Kürdün yönetmesini hazmedemediler. Batıdaki Kürtlere temsil hakkı verdik diye bizleri yargılıyorlar. 100 bin Vanlının yaşadığı Esenyurt’ta Kürtler temsil hakkı almışsa biz bundan ancak gurur duyarız. Cumhuriyet Halk Partisi, Kürtlere temsil hakkı verdi diye bize karşı kumpas kurdular. Demokratik Güç Birliği ile terörize ediyorlar. 'Kürtler, batıda kendilerini temsil edemez' diyorlar. Oysa demokrasinin ilk şartı temsildir, adalettir. Adalet ve temsiliyet zaafa uğrarsa devlet zaafa uğrar.”

Özer’in tutuklanması, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de Meclis’te yaptığı Kürt sorununu yeni boyuta taşıdığı konuşmadan yaklaşık bir hafta sonra gerçekleşti. 20 Şubat’ta yayınlanan 83 sayfalık iddianamede Ahmet Özer’e ‘silahlı terör örgütü üyeliği’ iddiasında bulunuldu. 12 yıl önceki telefon görüşmelerinden gizli tanıklara, bir önceki çözüm sürecinde isminin bilgisi dışında anılmasına çeşitli gerekçeler ileri sürülmüş. Bir de ‘ele geçirilen’ bir mizah dergisi konusu var. Adı Golik. Ahmet Özer sorularımı yanıtlarken bu konuya da değindi:

“İsmini ilk kez sorguda öğrendiğim GOLİK diye bir mizah dergisi. Golik Kürtçede ‘buzağı’ demek. Yasaklı da değilmiş. Derginin sahipleri tanıtım amaçlı TBMM de dahil olmak üzere birçok yere gönderdiklerini açıklamışlar. Kaldı ki benim varlığından dahi haberim yok. Sırf ismi Kürtçe diye bir dergiyi derdest etmek, ondan suç üretmek bir taraftan bizim de desteklediğimiz barış süreci, öte taraftan Golik adında yasaklı olmayan bir dergiden suç isnadı? Ne diyeyim. Her şey apaçık ortada değil mi?”

Türkiye başka bir döneme geçiyor. PKK silahsızlanma ve fesih kararını aldı. Bir yandan da gizli tanıklı iddianamelerle ‘kent uzlaşısı’ merkezli davalar sürdürülmeye çalışılıyor. Önümüzdeki hafta cuma günü, 23 Mayıs’ta 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki ilk duruşması var Ahmet Özer’in. Bu duruşma öncesi avukatları aracılığıyla aşağıdaki soruları yolladım. Yanıtları aynen aktarıyorum:

-22 Ekim’de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Meclis’ten yaptığı çağrıyla Kürt sorununun çözümü arayışlarında yeni bir sürecin içine girildi. Bundan tam sekiz gün sonra CHP ile DEM Parti’nin Kent Uzlaşısı üzerinden bir soruşturma başladı. İlk olarak da siz gözaltına alınıp tutuklandınız. Birbiriyle çelişir gözüken bu durumu nasıl açıklıyorsunuz?

9 Ekim 2024 tarihinde İstanbul’a yeni başsavcı atandı. 22 Ekim de Bahçeli Meclis’te o çok tartışılan nevi şahsına münhasır konuşmayı yaptı. 29 Ekim’de hem Esenyurt Meydanı’nda Cumhuriyet Bayramı’nı kutladık, hem de İstanbul Valisinin daveti ile düzenlenen 29 Ekim resepsiyonuna katıldım. 30 Ekim sabaha karşı bir şafak operasyonu ile gözaltına alındım daha savcılıkta ifade verirken Esenyurt’a kayyum atandığı haberleri yandaş medyada çıktı, boş ve düzmece bir dosya ile jet hızı ile tutuklandım ve yandaş medyanın önceden yazdığı gibi bir gecede vali yardımcılığına terfi eden kişi sabahleyin Esenyurt’a kayyum olarak atandı. “Ver belediyeyi, gir içeri suçunun ne olduğuna sonra karar veririz” deyip tutukladılar beni. Dosya boş, iddialar mesnetsiz olunca da o zamana kadar olmayan ve bana ne kollukta ne savcılıkta ne de hakimlikte hiçbir beyanı sorulmayan bir yalancı gizli tanık icat ettiler.

Bütün bunlar bu davanın siyasi bir dava olduğunun amacının seçimle alamadıkları Esenyurt’u kayyumla ele geçirmek olduğunun ayan beyan göstergesidir. Ayrıca bizim Esenyurt’ta kısa sürede yaptığımız hizmetlerin yarattığı sinerjiyi yok etmek istediler. Benim bir Kürt akademisyen ve siyasetçi olarak halkla kurduğum bağı hazmedemediler.

Bir yerden alınan talimatla operasyonu alelacele başlattılar. Önce beni suçlu ilan edip sonra delil aramaya koyuldular. Uyguladıkları düşman ceza hukuku kamuoyu vicdanında mahkum oldu. Bu gayri hukuki işlemlerin, soruşturma sürecinde uygulanan bu yanlışların, kovuşturma sürecinde giderileceğine, bana karşı uygulanan bu haksızlık ve hukuksuzluğun son bulacağına inanıyorum.

Gelelim çelişkili görünen duruma. Bahçeli’nin çıkışı AKP’de oy kaybı yaşayacağı endişesi yarattı. Bu nedenle terörle mücadeleyi sürdürüyor görüntüsü altında kayyum atamalarına başladılar. Bahçeli’nin ısrarını sürdürmesi Öcalan ve DEM’in, Bahçeli’nin başlattığı girişime sıcak bakması, sürecin hızla yol alması ve Öcalan’ın açıklaması AKP ve Erdoğan’ın bu gelişmelerden doğacak siyasi kazanımları hanelerine yazmak için süreci açıktan sahiplenmeye götürdü.

Ne ki, bu sürecin ihyası ister istemez hukuka dönmeyi ve demokratik adımlar atmayı gerektirir. Oysa halkın rızasını kaybeden ve yönetimini ele geçirdiği zor tekelini kullanarak sürdürmeye çalışan bir iktidarın bu adımları kolaylıkla atması beklenemez. Çünkü 7 Haziran 2015 seçimleri acı deneyimi var. Ve akıllarında rakiplerini kendisinin belirlediği, iktidar alternatifinin zayıf olduğu her koşulda seçimi kazanabilecekleri bir modele geçmek var.

O nedenle Esenyurt ile başlayan süreç, İmamoğlu ile devam etti. Bu sürecin ikinci amacı İmamoğlu’nun diplomasını iptal edip hapse atarak rakibini elimine etmek, üçüncü amaç da iktidarın alternatifi olan CHP’yi terör ve yolsuzlukla ilişkilendirerek yıpratmak ve içini karıştırarak kayyum tartışmaları yaratarak enerjisini içinde tüketerek zayıflatmak, alternatif olmaktan çıkartmaktır.

Bu amaçlar hukuka dönme ve demokratikleşme ile çelişen hususlardır.

Çözüm ise hukuk ve demokratikleşmeyi gerektirir. İktidarın asıl karar vermesi gereken nokta budur. Türkiye’nin bundan sonraki seyrini de bu ikilemi iktidarın nasıl gidereceğine bağlı şekillenecektir.

-Liseyi bitirene kadar Van, Hakkari, Diyarbakır’da gerçekleşti eğitim hayatınız. 1960 doğumlu olduğunuz düşünüldüğünde başta 80 darbesi pek çok şahitliğiniz olmalı büyüdüğünüz yerlerde. Nasıl hatırlıyorsunuz o dönemleri?

Bu sorunuzu yaşamımızı her veçhesi ile etkileyen Kürt Sorunu bağlamında cevaplamak isterim. Ülkemizin en önemli sorunu Kürt sorunudur. Kürt sorunu başta darbeler olmak üzere pek çok devlet uygulamasının da niteliğini belirlemiş, uygulamalar da bu çerçevede bölgede yaşananlara yansımıştır. Bu sorunu güvenlikçi politikalarla çözmeye çalışan akıl, sorunu çözmediği gibi daha fazla gözyaşı ve acıya neden olmuştur. Herkes gibi biz de bulunduğumuz konum ve duruma göre bu süreçlerde kendimize düşen payı aldık tabii.

Kürt sorununun ise tarihsel süreç içerisinde üç çözüm yolu tartışılagelmiş. Bunlar bastırma, ayrılma ya da demokrasi ve barış içinde bir arada yaşamaktır.

Ben daha sonraki eğitim yolculuğunda ve akademik hayatta ne bastırma ne de ayrılmadan yana oldum. Ben hep üçüncü yol olan ve bütün halkların yararına olan barış ve demokrasi içinde bir arada yaşamaktan yana oldum. Zira güvenlikçi politikalar sorunu çözmek yerine büyüttü, bugüne getirdi. O yüzden hep “Ne kadar çok ölüm o kadar az çözüm, ne kadar az ölüm o kadar çok çözüm” dedim. Bir akademisyen olarak bu işin panzehrinin gerçek bir demokrasiden, adil işleyen, herkesin hakkını teslim eden bir hukuktan geçtiğini savundum, çalışmalarımda daima buna yer verdim. Makalelerimde bunu yazdım.

Bugün gelinen noktada acı da olsa ağır bedellerden sonra bu noktaya gelinmiş olmasını memnuniyetle izliyorum.

Tek üzüntüm,........

© T24