Şebnem Sönmez: Kadın, kadın oluşunu değil, 'p*pisiz oluşunu' görüyor; tiyatro sahip olmak değil, olmak sanatıdır
Diğer
01 Haziran 2025
Şebnem Sönmez, 'Bulaşıkçılar' oyununda Molly rolünde
Geçtiğimiz günlerde prömiyerini yapan Bulaşıkçılar oyunu, sezonun sonunda seyirciyle buluşmuş olsa da hayli dikkat çektiği kesin. Kadrosuna bakınca aksi düşünülemezdi zaten! Şebnem Sönmez (Molly), Özge Özpirinçci (Dora), Ahsen Eroğlu (Maria) ve Ekin Eryılmaz’ın (Betty) oynadığı oyun, Işıl Kasapoğlu yönetmenliğinde, Myart yapımıyla sahneleniyor.
Kanadalı yazar Morris Panych’in orijinal oyunundan Ceren Aksakal çevirisi ve Zeynep Avcı dramaturjisi ile izlediğimiz Bulaşıkçılar, bugüne dek hep erkekler tarafından oynanmış. Zaten metninde de 4 erkek karakter var. Ancak Zeynep Avcı oyunu okurken “Neden kadın olmasın karakterler” diyor ve böyle bir kadro çıkıyor ortaya. Doğrusu, oyunun kadınlar tarafından oynanması 2025 Türkiye'si için oldukça anlamlı. Öte yandan, çocuk kitaplarında bile kadın işi olarak gösterilen yemek yapmak ve bulaşık yıkamak gibi işlerin sahneye yine kadınlar tarafından aktarılması biraz soru işaretleri yaratmadı diyemem… Daha önce oyunun orijinal metnini okuduğum için, oyunu bugüne ya da Türkiye’ye ya da sadece kadınlara evrilten bir değişiklik de göremediğim için bu soru biraz daha büyüdü aklımda. Ama şunu da söylemeliyim ki; oyunu izlerken hiç bu detaylar gelmemişti aklıma. Sanki “zaten bu 4 oyuncu düşünülerek yazılmış bu oyun” hissi ile izliyor, bulaşıkhanenin karanlığı, ağırlığı ile biraz nefessiz kalıyor, hayallerinizle yüzleşiyor ve oyuncuların diyalogları ile “görünmeyen emek” kavramını, hak kavramını ve “sınıf”ları yeniden sorguluyorsunuz.
Oyun sahnedeki herkese -kirli tabaklara bile- en azından 5 dakikalığına star olma imkanı tanısa da ben alkışlarken en çok Şebnem Sönmez’i alkışladım sanırım. Gerçi bunu kendisine söylesem eminim tüm mütevazılığı ve gerçek tiyatrocu kimliği ile “Öyle bir şey olamaz” derdi. İzleyip karar vermek için 15 Haziran’da AKM’deki oyunun biletlerini şimdiden alın, erken bitiyor.
- Bulaşıkçılar’ın ilk oyunlarını oynadınız, seyirciniz, alkışınız bol olsun! Bu, orijinali 4 erkek oyuncu için yazılmış ve ilk kez kadınlar tarafından sahneleniyor. Bu oyunu kadın tarafından anlatmak, kadının emeği ya da kadının kırılganlığının, direnç gücünün oyuna kattıkları neler sizce?
Zeynep Avcı dramaturgumuz, oyunu okuduğunda çok sevmiş fakat birkaç okumada bunun ne kadar dişil bir tonu olduğunu görüp “neden kadınlar oynamasın” diye bir fantazya ile kadın rollerine uyarlamış. Şunu da söylemek gerekir burada, Kanada kökenli bir oyun, yazar, yani Maurice Panitch Kanadalı ve oradaki erkekler bizim ülkemizdeki ya da buralara yakın erkek karakterlere zaten benzemiyor. Zaten dişil özellikleri var. Kadınların kendi güçlerini ortaya koyuşları ya da bu hayata tutunabilmek adına gücü ele almaları hep bir eril enerjiden ve o dilden oluyor nedense bizim gibi toplumlarda. Çünkü gücü kesinlikle ataerkillikle bütünleştiriyor zihinde kadın. Kadın, kadın oluşunu aşağılıyor aslında. Dişil gücün, dişil özelliklerin yani memelerinin olmasının, kalçalarının, güzel göbeğinin, kıvrımlarının olmasının tadını ya da hoşluğunu değil de pipisiz oluşunu görüyor. Bunu bir eksiklik olarak farklı şekillerde, eril dil kullanarak bir diğerine baskı, güç, sınır, sert çerçeve, kendimizce kesinlikle uyulması gereken kurallar, kaideler oluşturarak ortaya koyuyoruz. Oyundakiler biraz belki en üst bakışta böyle nitelendirilebilir. Fakat hepsinin birbirine ulaştırdığı, bulaştırdığı çok farklı baskılar var. Duygusal baskılar var. İdeolojik baskılar var. Ya da günlük anlık baskılar var. “Benim dediğim olacak.” “Ben ne dersem olacak.” “Ben bunu istiyorum.” “Ben de bunu istemiyorum”. Anlaşmaya, beraber yaşamaya, uyuşabilmeye, uzlaşmaya ve bir diğerinin koşulunu kabul edip onu haklı bulmaya dair bir şey yok. Bu zaten eril bir şey. Dolayısıyla kadın ne? Kucaklayan, kapsayan, çoğunlukla daha çok evet diyen, olumlayan bir yerdeki dişil enerji. Bu o kadar az ki oyunda, acı verici tarafı bu olabilir. Bu yüzden de yürümüyor o ilişkin. Bu yüzden de yürüyemez hiçbir ilişkin.
- Oyunda canlandırdığınız Molly karakterinin geçmişine dair ipuçları görüyoruz ama tam anlayamıyoruz. Bunu seyircinin hayal gücüne bırakırken nasıl bir yol izlediniz?
Oyunun metni Molly'yi, geçmişini hep arka planda duruyor. Molly boomer kuşağını sembolize ediyor. Karakter silik, çok bakmadığımız çok da ilgilenmediğimiz “yaşlı işte canım, son günlerini yaşıyor” dediğimiz bir yerde tutuyor. Beni çok üzüyor bu. İnsan olarak üzüyor. Birini böyle nitelendirmek içimi acıtır gerçekten. Oyundan bağımsız olarak, bir bankta yalnız başına oturan bri yaşlı üzer beni. Çok fena oluyorum görünce. Benim için Molly, o. Onun hayatında neler olduğuna dair hiç düşünmeyiz biz. O bize bir şey söylediği zaman “yaşlı işte” deriz.
- Neden acaba?
Hiç kimse yaşlanacağını düşünmez. Çünkü kendi yaşadığı halin en güçlü yerinde durmak ister ya da durduğunu zanneder. Hiç öyle bir şey yok. Ama o banktaki yaşlı, çekirdeğini ya da mandalinasını soyup denize bakarken, bir köpeği izlerken o yaşlı kişinin adı yoktur, geçmişi yoktur.
Böyle bir Molly'yi görmeye çalıştım. Molly sayıklar gibi Margaret’tan bahsediyor. Molly'nin hayalindeki Margaret kim? Ben bunu oyuncu olarak açıklamak istemedim. Ama benim kurduğum, oyuncu olarak kurduğum bir Margaret hikayesi var.
- Peki Molly’nin uçma, uzaya gitme hayalleri size ne ifade ediyor?
Bu kadar yerle, bu kadar zeminle, bu kadar gerçekle tarılmış, bütün ömrü boyunca, bütün dünyanın ağırlığıyla zemine yapışıp hemzemin olmuş biri ne ister? Uçmak ister,........
© T24
