menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Şark kültürü ve Sırrı Süreyya Önder: Küçük bir değini

55 29
05.05.2025

Diğer

Konuk Yazar

05 Mayıs 2025

Sırrı Süreyya Önder öldü. Çok uzun bir zamandır, hiç kimsenin ölümü, bunca kutuplaşmış, insanların birbirinin izine kurşun sıktığı bir ülkede böylesine bir ortak keder duygusu yaratmamıştı. Türkiye on sekiz, on dokuz gündür nefesini tutmuş, hastaneden gelecek iyi bir haberi bekliyordu ki, bilenler o işin olanaksız olduğunu zaten biliyordu. Her şey olacağına vardı, Sırrı Süreyya aramızdan ayrıldı. Maalesef yurt dışında bulunmam nedeniyle cenazesine gidemedim.

Geride muazzam bir miras bıraktı. Dikkat ediyorum, hemen herkes o mirasın politik yanı üstünde duruyor. Doğaldır. Türkiye’nin elli yıldır devam eden, en kanlı ve dikenli sorunu, eğer çözülürse ülkeyi bambaşka bir demokrasi ve hukuk düzenine taşıyacak olan problemi son zamanlarda epey ilerleme sağladı. O gelişmede Sırrı Süreyya Önder, tıpkı daha önceki hamlelerde olduğu gibi, kilit taşı rolü üstlendi. Hani, kelimenin gerçek anlamıyla, canını dişine takarak, canı pahasına meselelerin ortasında yer aldı, taraflar arasında barışçı ve uzlaşmacı bir işlev üstlendi.

Şimdi, tüm toplum, onu politikacılığıyla hatırlıyor. Hatırlayacak. Kaçınılmaz. Oysa kimse, Sırrı’yı oraya iten özelliklerini düşünmüyor. Hele onların içinde, benim, bu kısa yazıda değineceğim bir özelliği var ki, onu irdelemeden, çözüm aranan sorunun gerçeğine erişmek de olanaksız.

Şimdi onu erteleyip, Sırrı’yla ilgili, şahsi bir iki saptamada bulunayım.

***

Renkli, çok yetenekli, dost canlısı ama temel meselesini ve hedefini gözden ırak tutmayan, hayatını o yörüngede planlayan Önder’le uzun tartışmalarımız, görüşmelerimiz oldu. Onu ilk tanıdığımda politikayla içli dışlıydı ama henüz politikacı olmamıştı. Türkiye bir devirden ötekine geçerken o da milletvekili oldu. En ciddi görüşmemizin o seçimden önce cereyan ettiğini ve milletvekilliğinin ne kadar yararlı olacağını söylediğimi anımsıyorum. Yazışmalarımız maalesef artık ana arşiv olan ‘whassup’ta kayıtlı. O olmayıp da kim milletvekili olacaktı? Daha öncesinde de Gezi Olayları nedeniyle yazdığım yazılar üstüne o zaman çalıştığım Kadir Has Üniversitesine gelmiş, orada konuşmuştuk.

Bunlar olağan şeyler. Daha bu şekilde binlerce kişiyle konuşmuştur. Ben şu acılı ve çok gergin günlerde, onun herkesin malumu olan renkli kişiliğini yansıtan başka bir anımı anlatayım.

İKSV’nin düzenlediği, film festivalinin film festivali olduğu dönemde, bir açılış töreninde yan yana oturduk. Konuşmaya başladık. Yeniden bir film yapmak istediğini, ‘kazip şöhretleri’ eleştireceğini söyledi. Derken laf lafı açtı, ona Yahya Kemal’le Behçet Kemal Çağlar arasında cereyan eden bir olayı anlattım. Bir gece, masasındayken, Atatürk, Yahya Kemal’e genç ve güçlü şairler olduğunu söyleyip Behçet Kemal Çağlar’ı davet ediyor, birkaç şey okumasını istiyor. Çağlar, o acayip ve berbat şiirlerinden bazılarını okuyor. Yahya Kemal hayret ve ıstırap içinde. Atatürk, nasıl bulduğunu soruyor üstada. Ne yapsın, beğendim dese yalan söyleyecek, beğenmese, Atatürk’ün gazabı var, ‘fenomen Paşam’ diyor. Behçet Kemal, bu sözcüğü övgü kabul edip, sofra dağılırken üstadın eline yapışıp teşekkür ederken Yahya Kemal, ‘haydi be’ diyor, ‘fenomen ‘acayip’ demektir.’

Bunu........

© T24