menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“Kırmızı gül buz içinde”

46 47
08.05.2025

Diğer

08 Mayıs 2025

Sırrı Süreyya Önder

Ölümü bırak, hastane yatağı bedenine yakışmadığından geçen bu kadar günde içten edilen dualarla dilekte bulunmak, olanın bitenin gerçek olduğunu yüzüne vuran cümleler etmekten kolay geliyordu. Vedalaşmak çok daha zor.

* * *

İyi insanlığın ne olduğu üzerine, uygarlık tarihinin başından bu yana edilmiş binlerce cümle bulabilirsiniz.

Ancak bana sorarsanız, bir kadının, küçük bir kız çocuğu narinliğiyle babası üzerine yaptığı büyülü veda konuşmasından çıkarılabilir bunun tanımı.

Kızı Ceren Önder’in konuşması dünyanın bütün dillerine çevrilip, bütün kadınlar tarafından okunsa, babasını çok sevmiş, babası tarafından çok sevilmişler de dahil, milyonlarca kadından derin bir “ah” sesi işitirsiniz eminim.

Ve eminim ki “ah” sesine, bir kadının babasından, günün sonunda bir erkekten, nasıl bu kadar sevgi görüp, nasıl bu kadar razı olabildiği şaşkınlığı da eklenir.

İyi insanlık ve konuştuğu gibi yaşamak bu değilse, başka nedir?

* * *

Sırrı Süreyya Önder “mutluların mutsuzlara borcunu ödemesi” için gençliğinden bu yana, kimsenin kılına zarar da vermeden, bedel ödeyerek geçirdi ömrünü. Bakmayın bagajı bir yana bırakamayan öfkeli laflara, hakikat budur.

“Bedel ödemenin” altını, hayatında bedel ödememiş, bedelin ne olduğunu bilmeyen ancak sesi klavyelerde çok gür çıkanlar için altını çizerek yazmak zaruri.

Bakmayın siyasetini espriden, hoşgörüden ibaret gibi gösterenlere, önünüze manasız fotoğraflar getirip iş yaptığını zannedenlere…

Faşizme zerre prim vermeden, faşizmle mücadele ederek, faşizmle kavga ederek… Barışın ancak kavga edenlerin masaya oturmasıyla mümkün olduğunu bilerek, konuşulabilir ve konuşulamaz insanları da ayırt ederek. Affetmenin de bir bedeli olduğunu, bedel ödemeden barışın gelemeyeceğini bilerek…

* * *

Henüz 8 yaşındaydı Adıyaman’ın tek sosyalisti babasını kaybettiğinde.

Türkiye İşçi Partisi’nin tabelasını Adıyaman’a asan; parti örgütünü de aile efradından kuran babası, kentin tek Nurcusu olan adamın kardeşi ile evlenmiş, ailenin yaşamı, ya babanın ya dayının cezaevinden çıkmasını beklemekle geçmişti.

Babası ölünce, kentin tek fotoğrafçısına çırak girdi. Cümlelerine yansıyan büyünün kaynağı, kadrajdan dünyaya bakarak, bütün o detayları objektiften görebilmesinde gizliydi.

Başka dükkanlarda çıraklık yapan akranlarının görünmez emekleri silinir giderken alın terleri gibi yeryüzünden, o Adıyamanlıların bir fotoğrafa saklamak istedikleri hayatlarını ölümsüzleştirdi.

Kentin 15-20 Türkmen ailesinden birine mensup olması da okuduklarına eklenince hem ötekilerin dilini hem öteki olmanın ne anlama geldiğini kavradı.

Daha çok para kazanması gerektiğinde, büyülendiği fotoğrafçılığı bırakıp, lastikçiye girdi. Bir yandan okuluna devam ediyordu. Artık dünyaya iyiden iyiye başka bakıyordu.

Maraş katliamı olduğunda, insanların vahşice öldürülmesini Adıyaman’da protesto eden bir avuç lise öğrencisinden biriydi. Arkadaşlarıyla birlikte gözaltına alındığında, hoşa gitmeyen söz söylenmişse, bir çocuğa bile neler yapılabileceğini gördü, işkencenin o izi geçse de kalan acısını iliklerine kadar hissetti.

* * *

Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

Hissettiklerini, yıllar sonra, “Bir insanın hayatını kırabilecek en önemli şey muazzam bir haksızlığa uğramışlık duygusu. Bunu canıyla ödeyen insanların yasına ortak olduk diye muazzam bir haksızlığa uğradık” sözleriyle özetledi.

Cezaevinden çıktı…

Üniversite sınavına girdiğinde, çalışmak zorunda olduğu için devam mecburiyeti bulunmayan Ankara Siyasal tek tercihiydi.

* * *

Fukaralığın ne demek olduğunu ve nerelere kadar uzanabildiğini okula gelince anladı. Sadece pilav ya da sadece fasulyenin piştiği bir evden geliyordu ve fasulye-pilav ile tatlının aynı öğünde yenildiğini gördüğünde şaşırdı.

Zehirli Ankara havasının öldürdüğü kuşları temizleyen çöpçülerin görüntüsüne duyduğu şaşkınlık, insanların cansız bedeninin de aynı şekilde sabahları temizlendiğini görünce yerini öfkeye bıraktı. 12 Eylül öncesi birisinin fakirliğe ve zulme öfke duyup da aranmaması zaten imkansızdı.

“Adıyaman’dan bile geri” diye sıfatlandırdığı NATO Yolu ve Ege Mahallesi’nde geçirdi günlerini. Gecekondu ağalarına karşı çıktı, arkadaşlarıyla yoksullara gecekondu yapacakları arsaları bulmaya başladı.

12 Eylül........

© T24