menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Türkiye kendi “demir kafes”iyle yüzleşmek zorunda

13 1
08.10.2025

Diğer

Konuk Yazar

08 Ekim 2025

Mevcut iktidar sıklıkla Türkiye’nin çağ atladığı, 21. yüzyılın “Türkiye Yüzyılı” olacağı vb. iddialarını dile getiriyor. Başka alanlarda böyle bir şey göremesek de bir konuda gerçekten “çağ atlandığı” ve fazlasıyla başarılı olunduğu anlaşılıyor. Ne var ki maalesef bu başarı övünülecek değil, utanılacak bir başarı. Evet, kamuoyunda “kuyu tipi” olarak bilinen yüksek güvenlikli hapishanelerden ve buralarda uygulanan “tecrit/izolasyon” pratiğinden söz ediyorum.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı diğer birçok sivil toplum örgütüyle birlikte buralardaki durumu gözler önüne seren ve kapatılmalarını talep eden bildiri yayınladı (4 Eylül, 2025)[1] ve 2021’den itibaren bu tarz hapishanelerin sayısının F ve D tipleriyle birlikte 42’ye çıkmış olduğunu açıkladı. Barolar da gözleme dayanan raporlar yayınlıyorlar ve kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışıyorlar. Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi’nin Birliğe gönderilen yüzlerce tutuklu ve hükümlü mektubunu değerlendiren raporu, Antalya Barosu İnsan Hakları Merkezi’nin açlık grevindeki mahpuslar hakkındaki raporu, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi’nin Çorlu Karatepe YGİK raporu, [2] durumun vahametini bütün çıplaklığıyla gözümüzün önüne getiriyor.

Anlıyoruz ki söz konusu yeni tip hapishanelerde mahpusların büyük kısmı tek kişilik hücrelerde, çok azı ise üç kişilik odalarda tutulmakta. Hücreler, banyo-tuvalet ve mutfak tezgâhıyla birlikte genellikle 12-13 metrekare büyüklüğünde ve “güneşlik” denilen, apartman boşluğuna benzeyen boş bir alana açılan pencereleri bulunmakta. Birinci ve ikinci katlarda bulunan pencereler, demir korkuluk dışında eleğe benzeyen çelik bir ağla kapatıldığından gökyüzünü görmek mümkün değil, güneş ışığı ve hava akışı dahi engellenmekte. Kafesi andıran bu pencerelere (güneşlik) hücrelerin içini görecek şekilde kameralar takılmış. Ayrıca üç kişilik hücrelerin içerisinde de kamera bulunmakta. Hücre kapıları sadece elektronik olarak açılmak üzere tasarlandığı için, acil durumlarda kapının elektronik aksamında yaşanabilecek herhangi bir sorun nedeniyle mahpusların hücrede kilitli kalması olası. Ayrıca, mahpuslarla iletişimin megafon ve buton ile sağlanması da mekanikleşme/insansızlaştırma yönteminin bir parçası.[3] Yani en son teknolojinin “başarıyla” kullanılması gerçekleşmiş.

Amaç insan kişiliğini çökertmek

Bu ülke çok zulme şahit oldu, yeni olan zulmün kendisi değil. 12 Mart askeri cezaevlerinin komutanları tutuklulara, “bir dahaki sefere sizleri böyle beslemeyeceğiz, asacağız” derlerdi; 12 Eylül komutanları bu sözü tuttular, üstelik asmakla yetinmediler. Dönemin Diyarbakır Cezaevi’nin en somut biçimde örneklediği gibi, ellerine düşen insanları “insanlıktan çıkarma”yı, onları her türlü öznellikten ve iradeden yoksun bırakmayı hedeflediler. Artık işkence ve zulüm, “bilgi almak”, “konuşturmak” gibi bir amaca hizmet etmiyor, mahkûmların yaşarken ölmelerini sağlamaya yöneliyordu. Peki neden? Ama Auschwitz temerküz kampı komutanının dediği gibi, “burada neden yok”tu! Amaç, mahpusları........

© T24