İlişemedik bir kenarına şu koca sofranın
Diğer
24 Mart 2025
İnsan en büyük yaralarını çocukluğunda alır.
Açıktır çünkü her şeye.
İyiliklerle birlikte kötü ne varsa incecik zırhını deler, geçer. İnatçı bir virüs gibi yer eder her zerresinde.
Zalim bir baba. Sevgisiz bir anne. Acımasız bir arkadaş…
Tek bir söz yeter, zihninin kıvrımlarına tutunup bir ömür peşini bırakmayacak travmaların içini kemirmeye başlamasına.
Ana, baba, arkadaş yetmezmiş gibi devlet de örseler insanı.
Bazen bir polis, bazen bir doktor, sıklıkla öğretmen olarak çıkar çocuğun karşısına.
Yediği bir tokat, şiddetli bir azar, kalçadan hunharca yapılmış bir iğne devletin “ben buradayım” deme şeklidir.
Korkar çocuk. Çekinir. Ne olduğunu tam idrak edemediği bu otoriteye itaat etmesi gerektiğini hisseder.
Ben yuvaya giderken en çok “Yaramazlığa devam ederseniz birazdan şu duvardan bir bekçi atlayıp gelecek ve içinizden birini alıp götürecek” diye korkuturlardı bizi.
80’lerin başıydı ve biz, 12 Eylül’ün ana-baba muhabbetlerinden kulağına çalındığı dört-beş yaşındaki çocuklar, birinin bizi alıp bir bilinmeyene götürebileceğini bir şekilde bilirdik.
İşte o devletti.
Devlet meçhulden gelen bir üniformanın bizi bir meçhule çekmesiydi.
Silueti bir bekçide vücut bulmuştu.
Otoritesi polisten, askerden aşağıda, annemizden babamızdan yukarıda bir siluet bizi zihnimize hapsetmeyi becermişti.
Susardık hemen. Keserdik yaramazlık yapmayı.
* *........© T24
