menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Hasan Cemal: PKK’nın silah bırakması, Kürt siyasal hareketini güçlendirir

36 1
18.05.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

18 Mayıs 2025

Hasan Cemal

Kimileri çok eleştirdi, 'yetmez ama evet' dediği için, AKP'ye zamanında destek verdiği için, Kürt meselesine bakışı için...

Peki şimdi yeni bir 'barış' zamanında Hasan Cemal ne düşünüyor? Onu eleştirenlere nasıl cevap veriyor. SRC Kitap’tan güncellenmiş baskısıyla yeniden yayımlanan Kürtler kitabı vesilesiyle buluştuğumuz Hasan Cemal'e her şeyi sordum.

- Türkiye’de Kürt meselesi de, Maalouf’un ‘ölümcül kimlikler’ kitabında tanımladığı gibi bir kimlik kapanına mı sıkıştı? Kimliğin aidiyete indirgenmesi, hem devlet aklında hem de muhalif siyasette nasıl bir çıkmaz yarattı sizce?

Vallahi, Kürt meselesinde kimlik çok önemli bir rol oynadı; çünkü kimlik inkârı bu meseleyi sürekli diri tutuyor. Bana sorulduğunda, Cumhuriyet’in kuruluşundaki temel bir yanlıştan başlarım. O da şu: “Kürt yok, Türk var. Kürtçe yok, Türkçe var.” Bu anlayış, Kürt meselesinin tohumlarını attı. Cumhuriyet’in kuruluşu elbette büyük bir devrimdir. Türkiye’nin yüzünü Batı’ya, Avrupa’ya çevirmesi çok önemliydi. Bunu tartışmam. Ama işin eksileri de var. En büyük eksilerinden biri de bu. Ben Kürt meselesini, insanlarla sohbet ederek, Kürtlerin acılarına dokunarak, onları anlamaya çalışarak öğrendim. Karşıma hep aynı şey çıktı: Çocukken ilkokula giden Kürt çocukları, Türkçe konuşmadıkları için dayak yedi. O aşağılamayı hiçbir zaman unutmadılar. Kürt meselesinin kaynağı burada başlar. Kimlik meselesi, kültürün inkârı hâlâ devam ediyor. Bugün de öyle. O yüzden şiddet durduğunda, PKK kendini feshettiğinde, ki bu ikisini de yapacağını söyledi geriye Kürt meselesi kalıyor.

- Peki, bundan sonra ne olacak?

Yıllar önceydi. 80’lerin sonu, 90’ların başı… Ankara’da bir Amerikan Büyükelçisi vardı; Morton Abramowitz. Kısaca Mort derdik. Çok önemli bir diplomattı, Amerikalıydı. Bir gün bana şöyle dedi: “Hasan Cemal, Türk Devleti günün birinde PKK’yı bitirebilir. Peki ya Kürt sorunu ne olacak?” Bugün geldiğimiz nokta tam da bu. Kürtler kitabını güncel kılan da bu.

- PKK’nın ateşkes ilan ettiği, kendisini feshettiğini açıkladığı bir dönemdeyiz. Bu yeni süreci umutla karşılıyor musunuz?

Duyduğumda, Bahçeli’nin çağrısına verdiğim ilk tepki şöyleydi: “Barış sözcüğü ile Bahçeli’yi, barış sözcüğü ile Erdoğan’ı yan yana getiremem. Çok zor benim için.” Ama söz konusu barış olunca, bir kredi açıyordum. Bekliyordum. Bugün geldiğimiz noktada da bu umudumu koruyorum. Nihayetinde konuşulacak çok şey var. Ama şimdi karşımda bir Kandil var. Bildiğim, tanıdığım örgüt diyor ki: “Ben silahı bırakıyorum. Kendimi de feshediyorum.” Bundan sonrasını göreceğiz. O adımı attıkları andan itibaren, şimdilik açıklama var ama adım atıldığı anda– Erdoğan’a sorma hakkımız var: “Peki ya demokrasi? Terörsüz Türkiye güzel, ama demokratik Türkiye ne olacak?” Onu sormaya hakkımız var.

- Birkaç ay önce röportajınızda okumuştum. "Demokraside düzeltme olmadığı sürece Kürt sorununda mesafe alınmaz" demiştiniz. Bugün hangi noktada duruyorsunuz. PKK kendini feshetti. Ama yine de sürece karşı ihtiyatlı mısınız?

Her zaman ihtiyatlı olmak lazım. Sorular bitmiyor. Bu sürece, yani yeni döneme - adını İmralı süreci koyalım- karşı olanlar var. Ve bu karşı olanlar, süreci çıkmaza sokmak için her türlü provokasyonu yapabilir. Bu provokasyonların içinde siyasal cinayetler, suikastlar, bombalar, hepsi olabilir. Ama bir gerçek var: Silahın miadı doldu. On küsur yıldır bu böyle. PKK’nın silah bırakması lazım. Silahlı mücadeleyle, şiddet ve terörle bir yere varılamaz. Bundan sonra siyaset yoluyla ilerlemek gerekiyor. PKK silahı bıraktığında, kendini feshettiğinde Kürt siyasal hareketi daha da güç kazanacak. Daha inandırıcı olacak. Çünkü bugüne kadar iktidar ne yapıyordu? Erdoğan, karşısındakine Sen terör örgütünün uzantısısın” diyordu. O yüzden PKK’nın silah bırakması, Kürt siyasal hareketini güçlendirir. Ama hâlâ soru işaretleri var. Oldu da bitti, maşallah” diyemeyiz.

- Peki, geçmişin acılarına takılı kalmadan barışı nasıl kurarız?

Acıların esiri olduğun vakit geleceği kuramazsın. Acıların esiri olduğun vakit barışı da kuramazsın. Dünyada bunun pek çok örneği var. Mesela Güney Afrika. Siyahların çektiği acıları düşün. Hapisten çıkan Mandela kaç yılını cezaevinde geçirdi? Büyük acılara tanık oldu ama çıktı, barış yaptılar. Çünkü acıların esiri olmadılar. Aynı şey Kuzey İrlanda barış sürecinde de oldu. Tony Blair Tarihi eli omzumda dedi ve barışı gerçekleştirdi. Acıların üstüne çıktılar. II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa Birliği’nin kuruluşu da böyle. Düşünsene, o acılar, ölüm kampları, 40 milyon insanın ölümü... Ama Almanlar ve Fransızlar oturdular, barışı gerçekleştirdiler. Eğer acıların esiri olsalardı, bir araya gelip barış yapamazlardı. Acıların esiri olsalardı tarihin belki de en büyük barış projesi Avrupa Birliği tarih sahnesine çıkamazdı

- Öcalan’la yaptığınız görüşmelerden sizde ne kaldı? O günkü Öcalan'la bugünkü Öcalan arasında nasıl bir fark var?

Şunu söyleyeyim. Öcalan, tarihin kendisini ıskalayıp geçmesine izin vermedi. Ne demek istiyorum? Birçok şeyi gördü, anladı. Yaşadığı ve yaşanan acılardan ders çıkardı. Eğer çıkaramasaydı, 2013’te Diyarbakır meydanında okunan o mektubu yazmazdı. O mektupta şöyle diyordu: “Silahı bırakmazsan, tarih seni aşar geçer. Tarihin çöp tenekesinde kalırsın. Oraya kadar getirdi lafı. Demek istediğim şu: Öcalan, hem kendi yaşadıklarını hem Türkiye’yi tarihin içinde doğru yere oturttu. O yüzden daha o zaman silah bırakma çağrısı yapmıştı. Bırak silahı, siyaseten mücadele edelim. Doğruydu. Ama Erdoğan, kendi dar siyasi çıkarlarını düşünerek bu süreci bitirdi. Erdoğan, Bu bana siyaseten yaramıyor, oy kaybettiriyor dedi ve tekmeyi vurdu.

- Öcalan, 1993’teki röportajınızda, “Tüm dünya beni tanıdı ama Türkiye tanımıyor” diyor. Bugün geldiğimiz noktada, devletin onu tanıması barış sürecinde bir fark yarattı mı?

Her şeyden önce, Türk devleti onu tanıdı. “Gel bakalım, konuşalım” dedi. Bu noktaya nasıl gelindiğini de unutmamak lazım. Orada da PKK’nın silahlı mücadelesi devreye giriyor. Kitabımda da belirttiğim gibi, terör ve şiddet eylemleri, bir yerde İmralı’nın, yani Öcalan’ın tanınmasını sağladı. Bu gerçeği de göz önünde tutmak lazım. Haklıdır Öcalan. 1993’te de bana söylemişti: “Kürt realitesinin tanınmasını sağladılar.” Evet, dağdaki silahlı mücadeleleri, şiddet ve terör eylemleri, Kürt kimliğinin, Kürt realitesinin tanınmasını getirdi. Kürt sorununun gündeme girmesi böyle oldu. Kim ne derse........

© T24