menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Figen Şakacı: Bedenimiz sizin yorum alanınız değil, kadınlığımıza dair zihin yürütmeyin, haddiniz değil!

25 1
03.05.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

03 Mayıs 2025

Figen Şakacı

Yeni Mahalle’de ortalık karışık. Sanki gökten tepelerine nefret yağıyor. Evde, sokakta, sahada, otobüste, yatakta, her yerde. Bunca öfke niye, kimse bilmiyor. Ama biz biliyoruz: Yoksulluk, adaletsizlik, umutsuzluk, bastırılmış hesaplar, çocukluktan devralınmış kırık dökük hayaller. Figen Şakacı, HınçAhınç’ta hıncın anatomisini çıkarıyor. Bu roman, yalnızca geleceksiz ve yoksul üç gencin dostluk hikâyesi değil. Aynı zamanda bugünün Türkiye’sine, gençliğine, erkekliğe, kadınlara, sınıfa, mahalleye tutulmuş bir yüzleşme aynası.

Şakacı’nın dili keskin, sezgili ve sahici. Gördüğüm en gerçek kadınlardan biriyle; romanı üzerinden sadece romanını değil, bu ülkenin gençlerini, öfkesini, dayanışma ihtiyacını, kadın olmanın ağırlığını, kadına dayatılan eril dili, doğurmayı bile tribünden öğrenmek zorunda kalmayı, erkek hadsizliğini konuştuk. HınçAhınç, içime biriken ama ifade edemediğim öfkeye karşılık verdi. Mahallede dolaşırken sadece karakterlerle değil, kendi bastırılmış kırgınlıklarımla, eşitsizlikle, suskunlukla da yüzleştim. Figen Şakacı’yı dinlemek, kadın olmanın hâlâ “anlatılması” gereken bir şey olduğunu hatırlattı. Ama aynı zamanda da: hâlâ yan yana durmanın, sözümüzü sakınmamanın, inadına yazmanın mümkün olduğunu da.

- HınçAhınç, hayalleri ellerinden alınmış gençlerin bastırılmış öfkeyle hayatta kalmaya çalıştığı bir mahalle hikâyesi. Ama son bir aya baktığımızda, bu roman aynı zamanda bugünün Türkiye’sine tutulmuş bir yüzleşme aynası değil mi?

Edebiyatın hayatı önceleyen bir yanı var. Bu romana üç senedir çalışıyorum. Ergenleri anlama, gençlerin dünyasına girme, onların öfkesiyle hemhal olma sürecinde başlarda şöyle düşünüyordum: Bu öfke sadece coğrafyayla ilgili değil hormonlar alarm verir, kan kaynar, su yolunu bulur, sonra dinginleşir, buna da büyümek deriz. Ama dediğiniz gibi son bir aya bakınca öyle olmadığını gördük; o kaynayan kan, öfkeyle, isyanla birleşti ve sokağa taştı, toplumsal bir harekete dönüştü. En son 2013’te görmüştük, o zaman çocuk olanların hafızalarında tam oturmamış olsa da kendi dertlerini dillendirmek için sokağı kullanmaya başladılar. Ben de o gençleri merak ederek başladım yazmaya; onların evine, dünyasına, ruh hallerine girmeye çalıştım. Çünkü bu gençlere borcumuz olduğunu düşünüyorum. Onlara bir gelecek vaat etmek, hayal kurma heveslerini ellerinden almamak gibi bir sorumluluğumuz var. Yazar bu görevle mi oturur masanın başına? Hayır. Ama ben yazarken, karakterlerimi anlamaya çalışırken en çok bunu dert ettim kendime. Peki kim benim karakterlerim, kim bu çocuklar? Demâr kim? Serde kim? Arif kim? Anaları babaları kim? Nasıl bir yerde büyüyorlar? Kendilerine ait odaları var mı? Kendi dünyalarındaki zihinsel kodları ne? Dilleri nasıl? Kızların ruh hali nasıl? Ben büyümeyle ilgilenen bir yazarım, diğer romanlarımda da bu mesele etrafında çok dolaştım. Nerede, hangi odalarda büyüdüğümüzü önemseyen, soruyu oradan başlatan biriyim. O yüzden HınçAhınç’ı yazarken de onların ruhlarına sızmak istedim ve hiç öngörmediğim şekilde; sokağa bakınca kanlı canlı karşımdalarmış gibi hissettim. Haberlere bakınca işte “Benim çocuklar” diyorum kendi kendime.

- Pijamalarını kaldırmayan çocuklar ülkeyi ayağa kaldırdı! Taleplerini dile getiriyor, kendilerine alan açıyorlar. Bunlarda politikaya dair değil mi?

Politik olmak deyince hep asık suratlı, sert dilli bir şey anlıyoruz. Bizim kültürel kodumuzda, siyasi formlarımızda, düşünce biçimlerimizde böyle bir algı var. Ama insan bizzat politik bir canlı. O yüzden en tarafsız görünenin bile mutlaka bir tarafı vardır. Bu gençleri kolundan çekip politize etmenize gerek yok. Zaten bir şeyi talep etmeye başladığınız andan itibaren politik bir eylemlilik içindesinizdir. Bu illa sokağa çıkarak olmak zorunda değil. Bir şeyi istemek, onun için mücadele etmek, soru sormak... Bunların hepsi zihinsel olarak politik faaliyetlerdir.

- Gazetecilik ve edebiyattan önce 18 yaşına dönelim. Kemancıdaki hepimizi yerlere yatıran tek kişilik gösterinden bahsedelim. Hadi anlat bize…

Kendi tarihimin herhalde gülümseyerek anacağım en önemli dönemlerinden biri. Öyle ki hiç ummazken müzelik bile oldum. :) istanbulkadınmüzesi.org’ta ilk feminist stand-up’çı diye yer açtılar bana. Bunu şunun için belirtiyorum; bugüne kadar yazmayı da sahneye çıkıp anlatmayı da kendime bir kariyer planı olarak görmedim. Tutkularımdan, kafama bir şey koydum mu denemekten korkmam, sahneye çıkmak da öyle oldu. Cem Yılmaz, Leman’da yolu açtı, gittim- seyrettim, güldüm. Çıkışta neden hep erkeklere gülünüyor arkadaş diye sordum, ee biz sana da gülüyoruz dediler. Sahneye çıkınca da güler misiniz, yoksa bin tane kulp bulur, eleştirir misiniz diye sordum. Öyle ya, kadının komiği makbul değil! Neyse biraz eşraf gazı biraz cahil cesaretiyle Kemancı’da sahneye çıktım, kıyamet koptu desem abartı olmaz. Alkışa alışık olmadığım için lafımı kesiyorlar falan diye gıcık oluyorum, kahkaha atan olunca coşup esprileri arka arkaya patlatıyorum falan! Almanya dahil, turnelere de çıktım, özel geceler de yaptım. 1999 İstanbul depremine kadar sürdü bu durum; o günkü yas ve endişeden sonra sahne hayatına son verdim. Hadi bir daha çık diyenlere de emekli stand-upçıyım, evlere gidiyorum artık diye takılıyorum. Benden yıllar sonra sahneye çıkan kadınlar da harika; cesaret bulaşıcıdır diye boşuna dememişler!

- Peki gazetecilik?

1989 yılında Güneş Gazetesi’nde başladım. 90’lı yıllar gazeteciliğin en ateşli olduğu dönemlerdi, biliyorsun. Hem okuyordum hem de çalışıyordum. Basın Yayın’a girdiğim yıl faşist saldırılara, polisin okul içinde onlara ayrıcalık tanımasına karşı devrimciler okulu işgal etti. Tarihe de 1. Aralık işgali olarak geçen o günden sonra öğrenciler hız kesmedi, ben de aynı tarihlerde hem öğrenciliğe hem gazeteciliğe başladım. Şeflerim, müdürlerim ilk derste bana şunu sordular: “Muhabir mi olmak istiyorsun, muhbir mi?” Merak edecek misin? Soru soracak mısın? Soru sormayı öğrenebilecek misin? Kendi yargılarınla değil, olaylara daha geniş bir açıdan, daha objektif bakabilecek misin? Ben bu terbiyeyle yetiştim. O yüzden hep muhabir olarak kalmaya çalıştım. Çünkü o zamanlar şöyle bir hava vardı: Bir an önce köşe yazarı olayım, bir an önce malumatfuruşluk yapayım, bir an önce görüşlerimi yazayım. Bu çok popülerdi. Ben hep muhabir kaldım ama sonra medyanın kendi........

© T24