menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sivil darbe!

28 4
04.07.2025

Diğer

Konuk Yazar

04 Temmuz 2025

Darbeyi askerler yapar diye bilirdik biz. Mesela 1950 doğumlu bir yurttaşımız on yaşındayken 27 Mayıs Darbesiyle; on iki yaşındayken Albay Talat Aydemir’in 22 Şubat darbe teşebbüsüyle; on üçüncü doğum gününü kutlayacağı sırada aynı albayın 20-21 Mayıs darbe teşebbüsüyle; yirmi bir yaşındayken 12 Mart Darbesiyle; çocuğu dört, kendisi 30 yaşına geldiğinde 12 Eylül Darbesiyle; nihayet yaşını altmış altıya bağladığı, çocuğu da kırkına dayandığında 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle karşılaştığına göre elbette ki “darbe demek asker demek(ti)!”

Ama yavaş yavaş bu işin sivilini öğrenmeye başlasak iyi olacak sanırım!

Dünyanın dört köşesinde sivil aktörlerin öncülüğünde gerçekleşen, görünüşte yasal süreçlerle hayata geçirilen iktidarı ele geçirme hamlelerine bolca rastlanıyor artık. Bunlara “sivil darbe,” “anayasal darbe” ya da “yumuşak darbe” deniliyor. Ben “yumuşak darbe” adlandırmasına özellikle illet oluyorum.

İsterseniz Avrupa tarihinin ilk “yumuşak darbesine” ve sonuçlarına birlikte göz atalım!

1932 seçimlerinde partisi oyların sadece yüzde 37,4’ünü alan Hitler, 30 Ocak 1933’te şansölyeliğe atanmış (yani başbakan olmuş) ve bir koalisyon partisi kurmuştu. Belki de böyle sürünüp gidecekti ama bir meczup bulup Alman Parlamento binasını yaktırınca (27 Şubat 1933, ancak bir ay sabredebilmiş adam!) olağanüstü durum ilan etme fırsatı yaratılmış oldu. Temel haklar anında askıya alındı. Alman Komünist Partisi yasaklandı, muhalif vekiller tutuklandı, parlamento çoğunluğu da böylece ele geçirildi. 5 Mart 1933’te ülkede cadı kazanları kaynatılırken yapılan seçimlerde de Nazi Partisi oyların yüzde 43,9’unu aldı. Artık sıra mutlak iktidarı kurmaya gelmişti. Seçimlerden on sekiz gün sonra hükümete, parlamentoyu devre dışı bırakarak dört yıl süreyle yasa çıkarma olanağı veren Yetki Yasası (kanun kuvvetinde kararname gibi bir şey!) parlamentoda oylanırken Nazi Partisinin SA ve SS denilen kıtaları binayı kuşatmış, vekillere tehditler savurmuştu. Yasanın tam adı Gesetz zur Behebung der Not von Volk und Reich - Halk ve Devletin Sıkıntısını Giderme Yasasıydı (oysa biliyoruz ki devletin sıkıntısı azalırsa halkın sıkıntısı artar).

Bu “yasa” ülkedeki anayasal düzeni fiilen sonlandıran sivil bir darbeydi aslında. Hitler, “Devletin Sıkıntısını Giderme Yasası” sayesinde parlamenter sistemi devre dışı bırakarak, yasaları kendisi çıkarabilir, anayasayı değiştirebilir, hatta uluslararası anlaşmaları imzalayabilir hale geldi. Almanya’da çok partili sistem böylece sona erdi ve totaliter Nazi rejimi kurulmuş oldu. 1936’da yapılacak genel seçimlere sadece Nazi Partisi katılacak ve oyların yüzde 98,8’ini alacaktı. (Oy vermeyen yüzde 1,2’ye ne oldu çok merak ettim şimdi!)

Bu sivil darbenin insanlığa maliyeti çok büyük oldu. Yaklaşık 6 milyon Yahudi, 1,8-3 milyon arasında Sovyet savaş esiri, 220.000-500.000 arasında Roman, 200.000-300.000 arasında engelli birey, 70.000-80.000 arasında Alman siyasi mahkûm ve “asosyal” diye sınıflandırılan kişilerle binlerce Yehova Şahidi ve eşcinsel olmak üzere Holokost kurbanlarının sayısı yaklaşık 11-12 milyon kişiye ulaştı. Nazi Almanya'sının başlattığı savaş nedeniyle de tüm dünyada sivil ve asker olarak 70-85 milyon kişi yaşamını yitirdi.

Hitler sivil darbelerden çook korkmamız gerektiğini kan ve gözyaşıyla öğretti bize!

Sivil darbe artık dünyada pek moda, ama biz dikkatlerimizi “demokrasinin beşiği” Avrupa’dan uzaklaştırmazsak, Polonya’da Hukuk ve Adalet Partisi’nin (Prawo i Sprawiedliwość - PiS) yaptıklarını görebileceğiz. 2015’te seçimle iktidara gelmiş olmalarını, her kurumu istedikleri gibi yeniden şekillendirme yetkisi olarak gören PiS, önce Anayasa Mahkemesini “hizaya getirdi” (seçimlerden hemen önce eski hükümetin atadığı beş anayasa yargıcından üçünün ataması tanınmayarak yerlerine PiS adayları getirildi). Anayasa Mahkemesi kararlarına nitelikli çoğunluk şartı kondu, üstelik artık kararların yayınlanması hükümet iznine bağlıydı. “Yargı reformu” ile hâkimlerin bağımsızlığına neşter atılınca da bağımsız yargı tarihe karışmış oldu. Kamu medyası kısa sürede hükümet bültenine dönüşürken, muhalif gazeteciler “ulusal çıkarları zedeleyen” kişiler olarak hedef........

© T24