MHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı?
Diğer
16 Haziran 2025
Türkiye’de siyaset, yeniden şekilleniyor. Ancak bu şekillenme, salt aktörlerin pozisyonlarıyla sınırlı değil; siyasal sistemin, kuralların, temsil anlayışının ve anayasal çerçevenin yeniden tarif edilmesini de içeriyor. Devlet Bahçeli’nin son önerisi, işte bu yeniden tarif çabasının en açık, en derin ve en stratejik hamlelerinden biri.
Bahçeli yalnızca bir anayasa değişikliği çağrısında bulunmuyor. Seçim sisteminin yeniden düzenlenmesi, Siyasi Partiler Kanunu’nun baştan yazılması ve TBMM İç Tüzüğü’nün değiştirilmesi gibi önerilerle, tüm siyasal zeminin yeniden kurulmasını talep ediyor. Bu, bir “reform paketi” değil, bir bakıma yeni bir rejimin kurumsal çerçevesini inşa etmeye yönelik bir irade beyanı gibi duruyor. Belki de asıl hedeflenen 2017 halk oylamasıyla başlayan Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi denilen bu merkeziyetçi sistemin kurumsallaşmasının tamamlanmasıdır.
Bu önerilerin zamanlaması da tesadüf değil. PKK’nın Öcalan öncülüğünde silahlı mücadeleye son verip kendini feshetme açıklaması, “eşit yurttaşlık” temelinde sivil siyasete geçme önerisiyle birleşince, Türkiye’de hem terörle mücadele hem Kürt meselesi açısından yeni bir dönem açılmış gibi görünüyor. Bahçeli’nin bu eşikte yaptığı çağrı, bir yandan bu gelişmeleri fırsata çevirmeye çalışıyor, diğer yandan muhalefeti de yeni bir hizalanmaya zorluyor.
Bahçeli’nin önerisi dört temel başlıkta somutlaşıyor: Birincisi “yeni anayasa” önerisi. 1982 Anayasası’nın “darbe ürünü” olduğu eleştirisi, geniş kesimlerde karşılık bulabilecek haklı bir argüman. Ancak Bahçeli’nin anayasa önerisi; hak ve özgürlükler, kuvvetler ayrılığı, sivil katılım gibi demokratik unsurları güçlendirmekten çok, mevcut yürütme sistemini tahkim etmeyi, merkeziyetçiliği derinleştirmeyi hedefliyor. Üstelik önerilen “Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu” gibi yapılar, sivil değil bürokratik bir zemine dayanıyor.İkincisi, “seçim sistemi değişikliği”. Üçüncüsü “siyasi partiler kanununda”, dördüncüsü “meclis iç tüzüğünde değişiklikler”.
Türkiye siyasetinin gündemi yeniden bir anayasa tartışmasıyla şekilleniyor. Peki Türkiye’nin gerçekten yeni bir anayasaya ihtiyacı var mı? Ve elbette ikinci soru, nasıl bir anayasaya ihtiyaç var?
Evet, var. Çünkü mevcut anayasa, 1980 Darbesi'nin ardından devletin vatandaş üzerindeki denetimini önceleyen bir anlayışla yazıldı. O günden bugüne 19 kez değişiklikler yapılsa da ruhu hiç değişmedi. Bugün de hala “devletin hayatı düzenlemesini” esas alan değil “devletin hayatı ve yurttaşı denetlemesini” esas alan bir anayasa var.
Dahası, Türkiye’nin toplumsal yapısı, değer dünyası, öncelikleri tamamen değişti. Gençler farklı düşünüyor, kadınlar artık daha fazla söz istiyor, Kürt meselesi terör rehninden kurtulup biraz daha demokratik temsile kayıyor. Öte yandan kadim toplumsal fay hatları toplumun bir kesiminde kutuplaşmalara dönüşmüş durumda. Hukukun üstünlüğüne inanç yerlerde sürünüyor, lümpenlik ve şiddet sokaklara ve 15 yaş seviyelerine inmiş. Ama var olan anayasa ne yaşanan toplumsal dönüşümü tanıyor ne de toplumdaki çeşitliliği kapsıyor. Kaldı ki anayasanın tanımladığı bazı kurumlar bile bu anayasaya uymamayı normal görüyor.
Yeni bir anayasa, yalnızca hukuki bir metin değil; birlikte yaşama iradesinin ifadesi olmalı. O yüzden bu metnin, sivil, katılımcı ve çoğulcu bir anlayışla, toplumun tüm kesimlerinin katkısıyla yazılması gerekir. Sadece bir partinin ya da bir ittifakın anayasa yapması, mevcut sorunları derinleştirmekten başka işe yaramaz. Eğer amaç gerçekten bugünün........
© T24
