Saat Yönünün Tersine, hüzünlü ve güçlü!
Diğer
28 Eylül 2025
İrem Üreten
“İnsanlar, hangi dünyaya kulak kesilmişse, öbürüne sağır.
O ferah ve delişmen gözüken birçok alınlarda
Betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır”
İleriye doğru atıldıkça geçmişin bir parçasıyız. Her şey geçer, bu geçmez. Anlatmak günü gelmedikçe, anlamayız bunu. Sonra her şey sanki birden çok eskimiş gibi köhner, bu dünyadan çekilir gideriz. Elimizin değdiği duvarlardan çiçekler fışkırsa da sonsuza kadar, ne fayda. Yok olmaya ayarlıyız biz. Bedenler, ruh ondan ayrılınca içi boşalmış birer gömlek. Sahibini kaybeden bir resim, bir heykel, birkaç satır yazı için de geçerlidir bu. Bütün bunları anlamlı kılan geçmiştir sadece. Beraberken eser ile sahibinin birbirlerine üflediği ruh gibi. Budur, her şeyi ayrı ayrı ama aynı anda ayakta tutan. Zaman, geriye doğru yarını çeke çeke geçmişe gömer bizi. İleride bir şey yok, “ileri” diye bir şey yok. Yok, yeryüzünde “zaman” diye bir şey, ileriye doğru akan. Yüzeye çıktıkça dibe ineriz, ileriye gittikçe geriye düşeriz. Niye dersiniz? İrem Üreten’in ilk öykü kitabı “saat yönünün tersine”de bütün hikâyeler ilerliyor sandığımız ve her şeyin geçmişe doğru akan dilin ufuk çizgisinde bütünleştiğini gösteriyor, yaşanmış ve yaşanacak her şeyin bir tekrar olduğunu. 2000’lerden bu yana öykücülerin bir şey yaratma hevesi şöhret olma tutkularına yenilmiş bir duygunun ürünü olduğu için, herkes birbirine benzedi kaldı. Aynılar arasında ayrım yapmak isteyenler “kapanın elinde kalır” anlayışla kitap seçer oldular. Bu tekelciliğin içinden çok az sayıda istisna –yazarlar, şairler- kenardan yürüyüp çıkıyor karşımıza. Suyun karaya vurup önümüze attığı bir inci gibi. İyi yazarlar-şairlerle hakiki olanlar arasındaki farkın tam da bir ayraç görevi gördüğü o önemli nokta bu. Beni görseniz mesela, bir insana dahi benzemiyorum ve fakat gördüğüm muameleyi örnek vermem gerekirse, “yazar” olmak sıfatının dışında yazının her noktasında başvurulan biri oldum. İster miydim bu böyle olsun? Bilmem. İstediğim şey bu değildi, istediğim “bir şey olmak” değildi diye belki de. Oğuz Atay yazdığı bir kitap hakkında Yusuf Atılgan da “bir yazı yazsın” diye, Atılgan’a kitabını göndermiş. Atılgan, kitabı o kadar beğenmiş ki, üzerine yazı yazmasına “gerek dahi yok” diye düşünüp “yazılsın” diye beklenen o yazıyı yazmadığına Atay öldükten sonra büyük pişmanlık duymuştu. Anlamıştı ki, mevzu kitap hakkında yazması değil, o kitap hakkında Atay’a “şunu ben de gördüm” diyecek olmasıydı. Oğuz Atay, kitabı hakkında yazacak birini değil, kendine benzeyen birini arıyordu sadece. Ben de bu yaşıma kadar birçok yazarın elini sıktım, birçoklarının dizinin dibinde oturdum ve ilk beş dakikadan sonra hepsini reddettim, terk ettim. Beni sadece neye benzediğimi merak ettikleri için çaya davet ettiklerini idrak ettiğimde ve tabii başka küçük pahalı........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d