Şüpheye davet
Diğer
08 Haziran 2025
Annie Ernaux, Seneler’de yalnızca kendi yaşamını değil, bir kuşağın toplumsal belleğini de kayda geçirir. Bu eser, bireysel anıların birinci tekil şahısta yoğunlaştığı klasik otobiyografi anlayışını terk ederek, “ben” yerine “biz” diyerek konuşur. Yazar kendini ne tam anlamıyla özne konumuna yerleştirir, ne de bütünüyle siler; aksine, kendisiyle birlikte tüm bir kuşağın zihinsel haritasını çıkarır. Bu nedenle metin yalnızca bir yaşam öyküsü değil, aynı zamanda kolektif bir hafıza çalışması, gayrişahsi bir otobiyografi formudur. Bu biçim, “kişisel olan politiktir” ilkesinin izinden giderek, bireysel anlatı ile tarihsel-kamusal olanı birbirine geçirir.
Ernaux’nun anlatısında sofralar sadece yemeklerin değil, sınıf aidiyetlerinin, siyasal tartışmaların, kuşak farklarının ve kırgınlıkların da taşındığı mekânlardır. Çocuklar çoğu zaman bu sofralarda konuşulanları anlamaz; ama sezgisel olarak hisseder. Hangi sözcük nerede yutulur, hangi bakış kime çevrilmez, kim hangi cümleyi hep aynı tonda söyler… Tüm bunlar, yıllar sonra anlamı çözülen bir tür kayıt olarak içimizde kalır. Ernaux’nun diline sinmiş bu dikkat, fotoğrafla düşünmeyi de beraberinde getirir. Çünkü onun için fotoğraf sadece anı donduran bir görüntü değil, belleğin kurgusallığını açığa çıkaran bir çerçevedir. Bazı anların fotoğrafı yoktur; ama o eksiklik, hatırlamanın kendisi kadar anlamlıdır. Hatırlamak bazen tam da eksik olanla başlar. Ve eksik olan, şüpheyi davet eder.
Seneler’i okurken, kendi geçmişime döndüm. Özellikle bayram sofralarına. Her bayram anneanneme giderdik. Bir düzen vardı orada, aynı yemekler, aynı sesler, aynı yüzler. Kalabalık bir sofranın etrafında toplanan akrabaların hiç değişmeyeceğine, zamanın o evin içinde ağırlaşarak durduğuna inanırdım. Her şey olduğu gibi kalacaktı bence. Çünkü bir şeylerin değişebileceğine dair öngörüm bile yoktu o zaman. Şimdi, bu inanç bana elbette fazla pürüzsüz geliyor. Dahası, o zamanlar emin olduğum şeyler, şimdi bana en çok şüphe duyulması gereken şeyler gibi görünüyor. Aynı sandığım yüzler silinmiş, aynı tabaklar yok, sofrayı kuran ellerin kimi yaşlanabilmiş, bazıları artık hayatta değil. Anneannemde yerim çocuk masasındaydı, pek istemeye istemeye otururdum oraya, yalan yok. Aklım diğerinde kalırdı, yaşı büyük kuzenlerden biri bizim masaya düştüğünde bayram o zaman ederdim.
Ernaux’nun belleği arşiv değil de, palimpsest bir bellektir. yeniden yazılan, üstü örtülen, ama silinmeyen izlerin mekânı. Onun metinlerinde fotoğraf da tam olarak bunu temsil eder, bir görüntüden çok, bakışa dair bir çağrı gibi. Benim bayram anılarımda da artık net olmayan o yüzler, eksik çıkan sesler, parlamayan çatal bıçak tam da böyle bir çağrı. Çünkü geçmiş yalnızca hatırlanmaz; aynı zamanda yeniden yazılır. Ve bu yeniden yazma sürecinde şüphe duymak, geçmişe sadakatsizlik değil, belki de tek dürüstlük.
Bu bayramdan dileğim herkes için şüphe. Kesinlikten çok, şüpheyle bakmak hayata. Çünkü herkesin her şeyden emin olduğu bir zamanda, şüphe bazen daha dürüst, daha dikkatli, daha insani bir bakış olabilir bence.
Toplum, düzen hissini sürdürebilmek için görünürde her şeyin yerli yerinde olduğunu varsayar. Bayram sofraları, mezuniyet törenleri, nikâh masaları, hatta günlük nezaket kalıpları bile bu türden süreklilik illüzyonunu pekiştirir. Bir şeyin hep olduğu gibi sürmesi, onun doğru ya da anlamlı olduğu anlamına gelmez; ama öyleymiş gibi davranmak sosyal uyumun bir bedeli hâline gelir. Bu kültürel pratiklerin içeriği değil, biçimi öncelik kazanır, ne söylendiğinden çok nasıl söylendiği önemsenir. Oysa şüphe, bu yerli yerindelik hissini çatlatan bir güç taşır. “Bu hep böyle miydi?”, “Başka türlü olabilir mi?” soruları sadece bireyi değil, o düzenin tamamını rahatsız eder. Bu nedenle toplumsal normlar, şüpheyi yalnızca hoş karşılamamakla kalmaz, onu bastırır. Şüphe duyan birey huzursuz, şüphe eden çocuk zor olarak etiketlenir. Oysa bu zorluk, yerleşik olanın üzerine düşünmeye çağırır.........
© T24
