Şebnem İyinam, 90’lardaki dergiciliği ve o iklimin nasıl bittiğini anlattı: Yaşam alanımız kısıtlandı, bir iklim yok oldu!
Diğer
12 Temmuz 2025
Türkiye’de 1990’lı ve 2000’li yıllarda yayımlanan haber, kültür ve yaşam dergileri, haber ileten ya da üreten mecralar olmanın yanında bir düşünme ve yaşam biçiminin de temsil ve inşa alanlarıydı. Özellikle kadın dergileri toplumsal olarak önemli etkilere sahipti. Daha çok dünya gündeminin entegre edildiği ve ülkedeki çoğunluğu kadın olan okur kitlesine de “bu hayat böyle yaşanmalı” sinyalleri gönderen yayınların önemli işlevleri vardı.
Şebnem İyinam, düzeltmen olarak adım attığı dergicilik dünyasında Argos, Harper’s Bazaar, House Beatifull, Aktüel, Radikal İki gibi çok farklı yayında yazı işleri müdürlüğü ve yayın yönetmenliği görevlerinde bulundu. İyinam, dergicilik alanındaki sorularımı yanıtladığı bu söyleşide, dönemin yayıncılık stratejilerini hem estetik hem politik bir yerden tarif ediyor.
Şebnem İyinam’a göre, bugün yaşadığımız sadece dergiciliğin çöküşü değil, kamusal alandaki düşünce dinamizminin de yitimi. Bir dönem dergiler üzerinden kurulan yaratıcı, eleştirel ve estetik yayıncılığın bugün neden sürdürülemediğine dair içten tanıklığı Şebnem İyinam’dan dinleyelim.
- Dergicilik kariyerinize nasıl başladınız? Hangi dergilerde, nasıl bir atmosferde çalışmaya başladınız? O yılları bugün nasıl hatırlıyorsunuz?
Harf düzelterek başladım. Mehmet Ali Yılmaz’a ait Yılmaz Yayınları tarafından çıkarılan, Selim İleri’nin yönettiği Argos’ta. Patronumuz malumdu, ama entelektüel derinliği prestijli bir mesele olarak görüyordu. İyi ki de öyle görüyordu! Argos’a yeryüzü kültürü dergisi derdik, aynı bünyede Rapsodi (Kadın), Adam (Erkek), Boom (Müzik) gibi dergiler de yayımlanıyordu. ODTÜ’de fizik okumuştum ama edebiyat seviyordum. Neden harf düzeltmeyeyim ki? Selim İleri’yi, Refik Halit Karay’ı, Oruç Aruoba’yı ve Wittgenstein’ı aynı anda duyuyor; Deniz Yegül’den tenimin rengine göre mayo seçmeyi öğreniyordum. Fikir ve kültür alışverişinde hiyerarşiyi hissetmediğiniz bir ortamdı. O yıllarda dergiler modernleşmenin altını doldurmaya çalışıyordu. Okuyucuyla dergici arasındaki bağ da daha organikti.
- Sonra muhabirlikten yazı işleri müdürlüğüne geçtiniz değil mi? Sizin yayın yönetmenliği yaptığınız dergilerde çalışma ortamını şimdiden bakarak nasıl değerlendirirsiniz?
Muhabirlikten yazı işleri müdürlüğüne geçtiğim yıllar 90’ların başına, yayın yönetmenliğine geçtiğim yıllar 90’ların ikinci yarısına denk geliyor. Biz o günleri beğenmiyorduk güya ama bugünkü dergicilikle kıyasladığımda “meğer ne parlak yıllarmış” diyorum. Bence AB Uyum Yasaları o yılların iklimini etkilemişti. İfade ve basın özgürlüğü konusunda düşünce suçlarına ilişkin cezaların hafifletilmesi söz konusuydu. İşkence ve kötü muamele, kadın hakları, çocuk hakları, Kürtçe üzerindeki yasakların kaldırılması, MGK’nın yapısındaki değişiklikler, askerin etkisini azaltan reformlar ve yargı bağımsızlığına ilişkin düzenlemeler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının tanınması gibi ümidimizi yaşattığımız yıllardı. O dönemdeki mesai arkadaşlarım arasında vasat kalan kimse olmadı. Parlaktılar, daha da parlayabildiler.
- 90’larda dergiler arasında nasıl bir etkileşim, nasıl bir kültürel bağ vardı?
Tempo, Aktüel, Express, Yeni Gündem, Roll, Harper’s Bazaar, House Beatifull. Yelpazeye bakar mısınız? Kimse kimseden yalıtılmış değildi. Sevim Burak’ın Mach One’ıyla ilgili bir yazı yazdığımda Yeni Gündem’den cevap aldığımı hatırlarım. Haftalık haber dergilerinin satışları yüksekti. Aktüel bir konu üretiyor, Harper’s Bazaar diğer tarafından tutup sayfalarında işleyebiliyordu. Bazen de Harper’s Bazaar’dan filizlenmiş bir konu Aktüel’de yer alıyordu. Az........
© T24
