Yapay Zekâ: Bilinmezliğin şafağında yeni bir medeniyete doğru
Diğer
06 Temmuz 2025
Dr. M. Asım Karaömerlioğlu[i], Çağlar Sayın[ii]
Bugün insanlık, ufukta yükselen dev bir tsunamiyi görmezden gelip sahilde güneşlenmeye devam edenlere benziyor! Adeta “Don’t Look Up” (Yukarı Bakma) filmindeki gibiyiz: büyük bir kuyruklu yıldız dünyaya yaklaşmakta ama bilim insanlarının uyarılarına çok da fazla insanın aldırdığı yok! Oysa yapay zekâ (YZ), ne sıradan bir rüzgar esintisi, ne de gelip geçici bir teknolojik dalgalanma. YZ insanlık tarihinin seyrini kökten değiştirecek, Sanayi Devrimi'nin dumanlarını bile gölgede bırakacak, matbaanın mürekkebini, internetin dijital ağlarını bile aşacak kudrette bir tektonik küresel değişim! İnsan medeniyetinin kodlarını yeniden yazacak, tepeden tırnağa bildiğimiz her şeyi yeniden tanımlayacak bir dönüm noktasındayız!
Önümüzdeki süreçte insanlık tarihinde görülen pek çok sorunun çözümü YZ eliyle şekillenecek. Tıptan mühendisliğe, eğitimden sanata kadar her alanda eşi görülmemiş bir verimlilik patlaması yaşanacak; kıt kaynaklar bollaşacak, pahalı olan ucuzlayacak, uzun zamana yayılan her türlü süreç hızla kısalacak. Bu büyük devrim, sadece üretim tarzını değil, "insan olmanın anlamı nedir?", "insan zihni gerçekte nasıl işler?" gibi felsefi ve bilimsel temel soruları da yeniden tanımlayacak.
Ne var ki bu büyük atılım, aynı zamanda insanlığı benzeri görülmemiş tehlikelerle de yüzleşmeye zorluyor. Tıpkı matbaanın bilgiyi yayar ve demokratikleştirirken toplumsal çalkantılara yol açması gibi, tıpkı internetin sebep olduğu birçok büyük toplumsal sorun gibi yapay zeka da bilginin yayılımını katbekat hızlandırır, insan zihninin kapasitesini artırırken kitlesel işsizliği, derin etik ikilemleri, gerçekliğin kolayca çarpıtılmasını ve insan kontrolünün ötesine geçen bir gücün ortaya çıkması gibi devasa riskleri gündeme getirecek. İnsanlık ise tarihinin hiçbir döneminde karşılaşmadığı kadar büyük fırsatlar ve tehditlerle dolu bu eşikte adeta gafil avlanmış durumda. Çünkü YZ ve onun açacağı yeni çağın yeni meselelerinin yeterince kavrandığını söyleyebilmek maalesef çok zor. Oysa YZ teknolojisindeki değişim sessizce ama neredeyse akıl almaz bir hızla artarak üstümüze gelmekte!
Geçmişteki büyük teknolojik dönüşümler ya hayatın her alanını radikal biçimde değiştiremediler ya da bu derinlikte ve hızda toplumları etkileme potansiyeline sahip olmadılar. Aslında sonradan adına Sanayi Devrimi denilen büyük dönüşüm bile zamana yayılarak ve tedrici olarak gelişti. Bu noktada en radikal gelişmelerden biri olan internet bile çok büyük dönüşümlere yol açtıysa da daha çok mevcut faaliyetleri tamamlayıcı, hızlandırıcı ve dönüştürücü bir işleve sahip oldu. En önemli etkisi bilginin yayılımını hızlandırmasıydı. Ancak internet ve nükleer gibi diğer tüm teknolojiler her şeyden önce insanların kontrol edebildikleri teknolojilerdi. Yapay zekanın etkileri ise bütün sektörleri yeniden biçimlendirecek, üretim ve tüketimi, kamusal ve özel alanları, hepsini radikal bir şekilde yeniden tanımlayacak ve bu süreç çok hızlı gelişecek. Özellikle robotlar üzerinden otomasyonla birleştiğinde üretkenlikte müthiş sıçramalara yol açacak. Sanayi Devrimi kas gücünün yerini almıştı, bu ise insan zekasının ve yaratıcılığının yerini almaya aday! Dünya tarihinde ilk defa “insan gibi” düşünebilen, kendi kendine öğrenebilen, kendi kendine kararlar alabilme yetisi olan bir teknoloji ile karşı karşıyayız! İlk kez!
Birkaç örnekle meseleyi açalım: 1997’de IBM’in Deep Blue adlı ünlü bilgisayarı satrancın en büyük ustalarından Kasparov’u yendiği zaman yer yerinden oynamıştı. Yapımı uzun yıllar alan bu bilgisayarın içinde büyük bir veri bankası vardı, uzmanlar tarafından eğitilerek oluşturulmuştu ve sadece tek bir spesifik işi yapmaya programlanmıştı: Satranç. Bugün YZ çok farklı, kolay ve hızlı seçenekler sunuyor bize: Google’ın DeepMind şirketinin AlphaZero adlı yapay zekası satrancın sadece temel kuralları öğretildikten sonra kendi kendisini eğiterek sadece bir günde Deep Blue’nun kapasitesine gelebildi ve hatta onu geçti. Gelişigüzel basit hamlelerle başlayıp kendi kendisiyle milyarlarca kez oynayarak hem öğrendi, hem kendisini adapte etti, hem de uzmanlaştı! Benzer bir şey 2016’da oldu: Go gibi karmaşık ve satranca göre daha zor bir oyunda bile YZ dünyanın en usta oyuncularından Lee Sedol’u yenmeyi başardı.[iii] Üstelik en önemli karşılaşmada AlphaGo 37. hamlede insanların geleneksel stratejilerine tamamen aykırı, beklenmedik bir hamle yaptı: Bu hamle, ilk başta hatalı veya zayıf gibi göründü, ancak ilerleyen hamlelerde AlphaGo'nun ne kadar derin bir strateji kurduğu anlaşıldı. Move 37 diye tarihe geçen bu olay yapay zekanın sadece öğretilenleri kopyalamadığını, sezgisel ve yaratıcı düşünebildiğini, insanların anlamakta zorlandığı bir üstünlüğe sahip olduğunu gösterdi! Büyük usta Sedol bu hamle karşısında şaşkınlığını gizleyemedi ve maçı kaybetti.[iv]
Bir başka yapay zeka şirketi AlphaFold çok daha da büyük bir şeye imza attı: iki yüz milyon proteinin üç boyutlu yapısını çok hızlı ve çok büyük bir isabetle ortaya çıkardı. Oysa bugüne kadar sadece yüz bin tanesi yapılabilmişti. Üstelik bu kritik veriler kamuya açık veritabanlarında da paylaşıldı. Nitekim Nobel Kimya Ödülü 2024 yılında bu keşfin yaratıcılarından Demis Hassabis ve arkadaşlarına verildi. Eskiden bir doktora öğrencisinin üç dört yılda sadece bir proteinin yapısını çözebildiğini düşünürseniz neredeyse bir milyar yılda yapılabilecek bir şeyi çok çok kısa bir sürede başardılar! Bilindiği üzere proteinler hayatın yapı taşları ve bu buluş sayesinde yeni ilaçların yapılabilmesi, hastalıkların daha iyi anlaşılabilmesi ve kişisel tedavi yöntemlerinin bulunması gibi pek çok çığır açıcı gelişmenin de önü açılmış oldu. Tıpta, ilaç sektöründe 50 ila 100 yılda yapılabilecek araştırmalar YZ sayesinde yakında 5 ila 10 yıla neredeyse şimdiden inmiş durumda.[v] Pandemi döneminde eskiden uzun yıllarda üretilen aşıların görülmemiş bir hızda mümkün olmasında da YZ teknolojisi önemli olmuştu. Tüm bunlar çok büyük bir sıçrama!
Her ne kadar YZ’daki bu radikal sıçrama son yıllarda ivmelenmiş olsa da aslında YZ teknolojisi de tarihteki diğer atılımlar gibi yılların birikimi üzerine bina edildi. Son yüzyılın kuşkusuz en parlak zihinlerinden Alan Turing 1950 yılında kendi adıyla anılan ünlü testi gündeme getirmişti. Ona göre bir gün gelecek gelişigüzel bir soruya verilen cevabın insandan mı, makineden mi geldiği ayırt edilemeyecekti. Daha sonra 1956 yılında bir grup uzman YZ çalışmalarına ivme kattılarsa da yakın zamana kadar pek de ciddi bir yol kat edemediler. YZ alanındaki son yıllarda gördüğümüz sıçrama iki nedenden kaynaklandı: Bunlardan birincisi internet sayesinde çok büyük verilerin makinelerin kullanımına sunulabilmesiydi. İnternet bilginin depolanması ve yayılmasında büyük bir çığır açtı. Sadece 2010 ile 2020 yılları arasında yaratılan, kopya edilen verilerin büyüklüğü neredeyse 30 katına çıktı.
Öte yandan bilgisayarların işlem kapasitesinin akıl almaz ölçülerde, neredeyse geometrik artışı, bu devasa verilerin analiz edilebilmesini mümkün hale getirdi. Bu artışı daha 1960’lı yıllarda ilk gözlemleyenlerden biri Intel’in CEO’su Gordon Moore idi. Moore Kanunu olarak bilinen saptaması şuydu: mikroçipler üzerindeki transistör sayısı her iki yılda bir iki katına çıkmaktaydı! 1980’lerde tipik bir bilgisayar diski 10 MB civarında bir datayı depolayabilirken bugün 18 terabayt bir diski piyasadan satın almak mümkün. Bu neredeyse 2 milyon katı bir artış demek! Kaldı ki işlemci hızı açısından bakıldığında da günümüz bilgisayarları 1981’de piyasaya sürülen Intel 8088’in yüz binlerce katı işlemci hızına ve bellek kapasitesine sahip. Ray Kurzweil’a göre 1939’dan günümüze sabit “dolar başına bilgisayar performansı 75 katrilyon (75.000 trilyon) kat arttı.”[vi] İşte bir yandan veri bolluğu, diğer yandan bilgisayarların geldiği düzey 21. yüzyılda bugünkü yapay zeka teknolojisini mümkün kıldı.
Onu mümkün kılan bu iki maddi, yani niceliksel, sıçrama kadar bilim insanlarının meseleye farklı bir paradigmatik bakışla bakmaları da çok önemliydi. Eskiden Newton'un mekanik ve kesin kurallara dayalı yaklaşımı hakimken, artık Darwin’in evrim teorisinden esinlenen, esnek ve uyum sağlayabilen sistemler ön plana çıktı. Bu yeni bakış açısı, yapay zekanın katı kurallar yerine “deneme-yanılma” yöntemiyle öğrenmesine, değişen koşullara adapte olmasına ve “mükemmel” olmasa da “optimum” çözümler üretmesine olanak tanıdı. 1958'de Frank Rosenblatt'ın geliştirdiği perceptron modeli, tam da bu anlayışın ilk somut örneklerinden biriydi: tıpkı biyolojik sistemler gibi “yaparak öğrenen” ve kendini geliştiren bir yapı ortaya koydu. YZ’nin kurucularından kabul edilen Marvin Minsky gibi bilim insanlarının görüşleri ise Newton’un mekanik ve indirgemeci evren düşüncesini yansıtan, uzmanlar tarafından tanımlanan, aksiyomlarla yönetilen, yukarıdan aşağıya, kural........
© T24
