Denizi İçme Suyuna Çevirmek: Gösterişli Çözüm mü, Pahalı Yedek mi?
Türkiye kuraklıkla boğuşurken “deniz suyu arıtma” (desalinasyon) kulağa cazip geliyor: deniz bol, teknoloji hazır. Peki gerçek tablo ne? Enerji, maliyet ve çevre boyutuyla bu seçeneğin altını çizerek, halkın anlayacağı yalınlıkta konuşalım.
Artıları (Neden cazip görünüyor?)
* Kaynak bol: Denizler pratikte tükenmez; kuraklıkta barajlara bağımlılığı azaltır.
* İklimden bağımsız üretim: Yağmur yağmasa da su üretimi sürer; “sigorta” etkisi sağlar.
* Olgun teknoloji: Ters ozmoz (RO) sistemleri tuz ve kirleticileri çok yüksek verimle uzaklaştırır; güvenilir içme suyu elde edilir.
Eksileri (Gerçek maliyet nerede?)
* Enerji iştahı yüksek: 1 m³ su için yaklaşık 3–4 kWh elektrik gerekir. Enerjide dışa bağımlı bir ülke için suyu daha da enerjiye bağımlı kılar.
* Pahalıdır: Baraj/yeraltı suyuna göre üretim maliyeti birkaç kat artar; ölçek büyüdükçe fatura kabarır.
* Çevresel risk: Arıtma sonunda çıkan çok tuzlu atık su (brine), yanlış deşarj edilirse deniz ekosistemini baskılar. Kimyasal kullanımı ve emisyonlar da ek yüktür.
* Mineral dengesi: Arıtılmış su, denge mineralleri eklenmeden içilemez ve şebekeye verilmemeli; aksi halde su “agresif” olur, altyapıya ve kaliteye sorun çıkarır.
“Tüm ülkenin kuraklığını çözer mi?”
Hayır. Desalinasyon, kıyı kentlerinde kısmi bir güvence sağlar; iç bölgelerde lojistik ve maliyet nedeniyle rasyonel değildir. Türkiye’de suyun p–75’i tarımda kullanılıyor; desalinasyon ise öncelikle içme-kullanma suyu üretir. Yani ülke ölçeğinde temel sorun olan tarımsal su verimsizliğini çözmez.
İstanbul benzeri mega-kentler için “kaba hesap”
Gelin........
© SuperHaber
