menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ferdi Zeyrek

545 314
11.06.2025

Moris Eskenazi... Sefarad Yahudisi’ydi, Osmanlı vatandaşıydı, Manisa’da doğmuştu, yoksul bir ailenin çocuğuydu, okuma yazması bile yoktu, Yahudi mezarlığında bekçilik yaparak harçlığını çıkarıyordu, dokuz yaşındayken difteriye yakalandı, bir deri bir kemik kalmıştı, öldü gözüyle bakıyorlardı, konu komşunun tanıdığı olan Şinasi adında bir Türk hekimin haberi oldu, müdahale etti, tedaviye başladı, iyileştirdi, para almadığı gibi, ilaç vesaire, tedavi masraflarını bile cebinden ödedi, hayata döndürdü... 15 yaşındayken ağabeyiyle birlikte Mısır’a İskenderiye’ye giden Moris, liman işçisi olarak başladı, sonra tütün tüccarının yanına girdi, orada 15 yıl boyunca tütün ticaretiyle haşır neşir oldu, işi öğrendi, tütüne zaten Manisa’dan aşinaydı, ticaretine de hakim oldu, 30 yaşındayken ABD’ye göç etti, Amerikan vatandaşı oldu, soyadını “Şinasi” olarak kaydettirdi, evet, yeni dünyada yeni umutlarla yeni bir hayata başlarken, Manisa’da hayatını kurtaran Türk hekimini soyadı olarak aldı, eğitimi yoktu ama kafası çalışıyordu, sigara sarma makinesi geliştirdi, patentini aldı, 1893 yılında Chicago’da katıldığı Kolomb Dünya Fuarı’nda tanıttı, müthiş ilgi gördü, o yıllarda sigara elle sarılıyordu, geliştirdiği basit makine devrimdi, kapış kapış gitti, kazandığı paraları çar çur etmedi, birikim yaptı, yine ağabeyiyle birlikte, New York’ta sigara fabrikası kurdu, işledikleri tütünü doğum yerinden, Manisa’dan getiriyordu, hatta, tütünü Osmanlı’dan satın aldığı için 1908 yılında padişah Abdülhamid tarafından Mecidiye Nişanı’yla ödüllendirildi, hatta, fabrikada çalışan işçileri bile Manisa’dan, Manisa’da yaşayan Musevi ailelerden, komşularından getirdi, çoook zengin oldu, New York’ta Türk halılarıyla döşediği malikanede yaşıyordu, kurnalı Türk hamamı bile vardı, bizdendi, bizim gibi yaşadı, 1916 yılında yeter gari dedi, fabrikasını şirketini satarak, iş hayatından çekildi, üç kızı bir oğlu vardı, ömrünün son demlerini çok sevdiği eşiyle, çocuklarıyla, torunlarıyla mutlu şekilde geçirdi, 1928 yılında 74 yaşındayken vefat etti. O güne kadar Türkiye’de kimsenin haberi yoktu... Meğer, vasiyetname yazmıştı, 10 milyon dolarlık servetinin bir milyon dolarını, Manisa’da hastane kurulması için bağışlamıştı, doğup büyüdüğü Manisa’yı asla unutmamıştı, hem kendisinin, hem de çocukken hayatını kurtaran Türk doktor Şinasi’nin adını yaşatmak istiyordu. Vasiyetine göre, bir milyon doların 200 bin dolarıyla hastane inşa edilecek, geriye kalan 800 bin dolar Amerikan bankası tarafından Amerikan borsasına yatırılacak, devlet tahvili satın alınacak, her yıl bu fondan elde edilen gelir yine hastaneye bağışlanacaktı. O tarihlerde bir milyon dolar ne anlama geliyordu derseniz... Bağışın yapıldığı 1928 yılında Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın bütçesi 4.5 milyon liraydı, o tarihte bir doların 2.2 lira olduğunu düşünürsek, bir milyon doların karşılığı 2 milyon 200 bin liraydı, yani sağlık bakanlığı bütçemizin yarısıydı, olağanüstü bir miktardı... Türkiye’de kimsenin haberinin bile olmadığı bu vasiyet üzerine, Moris’in eşi Lauretta gemiye bindi, neredeyse bir ay süren yolculukla, 1930 yılında Türkiye’ye, İzmir’e geldi, Kızılay’la temas kurdu, Kızılay aracılığıyla Ankara’ya geçti, eşinin son arzusunu yerine getirmek üzere, sağlık bakanımız Refik Saydam ve başbakanımız İsmet İnönü’yle görüştü, Türkiye’nin........

© Sözcü