Üç kütük kaldı geride
Evimin önünde üç ağaç vardı.
Her biri ayrı güzel, ayrı görkemli.
Camı açınca kokusu odaya dolardı; meltemle dans ettiklerinde hışırtıları yüreğe serinlik verirdi.
Biri ıhlamurdu – çiçeklenince bütün mahalle o taze kokuyla sarhoş olurdu.
Diğeri çınardı – kökleri kaldırım taşlarını bile kaldıracak kadar güçlü.
Üçüncüsü ise at kestanesi – gölgesinde bir ömür dinlenmek isterdi insan.
O üç ağaç, kaldırıma sırayla dizilmiş, sokağın ruhunu taşıyan üç devdi.
Balkondan uzansam, ıhlamurun dallarına dokunurdum.
İlkbahar yağmurlarında, o mis kokunun altında çay içerdim balkonumda.
Bir sabah, her zamanki gibi işe gitmek üzere yola çıktım.
Yapraklarıyla bana el salladılar. Gölgelerinden geçtim. Uğurlandım sanki.
Ama akşam döndüğümde...
Sokak bomboştu.
Üçü de yoktu.
Hepsi kesilmişti.
Yalnızca kalın gövdelerinin yarısı kalmıştı.
Yan yana üç kütük duruyordu kaldırımda.
“Kim yaptı bunu?” diye sordum.
Meğer apartman yöneticisi çağırmış ekipleri.
Üstüne bir de para vermişiz.
Adına da “budama” demişler...
Üç yıl geçti.
Her sabah, karşı apartmandaki komşumla camdan göz göze geliyoruz.
İkimiz de suçluymuşuz gibi gözlerimizi kaçırıyoruz.
Aramızda hâlâ o üç kütük var.
Suç........
© Sözcü
