Bunca zaman susmak...
Hollywood’u sarsan “MeToo” hareketinin bir benzerini yaşıyoruz günlerdir.
Geç bile kalındı...
Yüzlerce kadın aynı acıda, aynı travmada buluştu.
Yıllardır içlerinde tuttuklarını çığlık olup dünyaya haykırıyorlar.
Meğer koca bir ülke ne çok yaralıymışız...
Okudukça içim parçalanıyor.
Hayattaki tek başarısı geldikleri koltuk olanların, o koltuğun gücüyle nasıl zehirlendiklerine şaşırıyorum.
Sonra bunca kötülüğün ortasında hala kötülüğe şaşırdığıma şaşırıyorum.
Ama en çok şaşırdığım hala şu:
“Bunca zaman neredeydin?” diye sorma cüretinde bulunan insanlar olması...
Asıl mesele zaten bu değil mi?
İnsanı yaralayan, susturan, içine kapatan tam da bu zihniyet.
Bunca zaman anlatılsa inanılmayacağını bilmek...
Küçüksen “aman baban duyar” diye susturulmak, büyüyünce “aman kocan duymasın” korkusuyla devam etmek...
Toplumun utancının kurbanın sırtına yüklenmesi...
Herkes biliyor aslında.
O odada, o sette, o koridorda neler yaşandığını.
Ama bize öğretilen şu: gözünü kapa, kulağını tıka, dilini ısır.
Ve yıllar sonra sesler yükseldiğinde hala utanmadan sorabiliyorlar: “Neden şimdi?”
Çünkü artık dayanılmıyor.
Çünkü bir kişi konuşunca, diğerine de güç veriyor.
Çünkü biriken suskunluk, er ya da geç patlamak zorunda.
Bu hikayeler yalnızca bireysel değil; toplumsal bir yüzleşmenin hikayesi.
Adalet sisteminden iş hayatına, siyasetten medyaya kadar her köşeye sinmiş erkek egemen düzenle hesaplaşma zamanı.
Ve bu hesaplaşma........
© Sözcü
