KANAL İSTANBUL NEDEN SAÇMA BİR FİKİRDİR?
Dikkatinizi çekmiştir uzun zamandır iktidar bu fikri ağzına bile almıyordu bunun nedenini de elbette biliyoruz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çok ama çok büyük bir kısmı Kanal İstanbul fikrine karşı, bu fikri bir ekonomik çılgınlık, kente ve doğaya ihanet girişimi olarak algılıyor ve çok ciddi tepki koyuyor. İstanbul’un seçilmiş Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da bu girişime şiddetle itiraz ediyor, bu teşebbüsün önünde dağ gibi duruyordu.
Şunu açıkça söylemem gerekir ki hemen hemen herkes bu projenin bölgede rant peşinde koşan, arsa arazi kapatan Araplara ve yandaş yatırımcılara para kazandırmaktan başka bir işe yaramayacağını tüm zararının ise Türk vatandaşlarının sırtına yükleneceğini çok iyi biliyor.
Bu konuda ben birçok yazı yazdım, televizyon ve youtube yayınlarında bu fikrin saçmalığını anlattım, birçok başka aydında bu konuda ciddi uyarılarda bulundu, yazdı çizdi anlattı ve kamuoyunda bu anlatılar son derecede etkili oldu kamuoyunda oluşan tepki sonucunda Recep Bey hem 2023 Mayısındaki Cumhurbaşkanlığı ve hem de 31 Mart 2024 yerel seçim kampanyaları boyunca da bu konuya hiç değinmedi, Kanal İstanbul’u hiç dile getirmedi.
Ha madem mevzu tekrar açıldı bende Kanal İstanbul’a niye saçma bir fikir dediğime dair görüşlerimi dile getireyim, bilmeyenler öğrensin, bilenlere de hatırlatmış olayım:
KANAL İSTANBUL FİKRİ
İstanbul boğaz geçişine alternatif bir kanal yapma fikri bu günlerde gene gündemde demiştim. Dikkatinizi çekmek isterim; “proje” değil “fikir” diyorum çünkü bir fikrin projeye dönüşebilmesi için “fizibilite etüdünün” yahut da Türkçe karşılığı ile “yapılabilirlik çalışmasının” olumlu çıkması gerekir.
Henüz İstanbul Boğazına alternatif bir kanal yapma fikri ile ilgili olarak ortada rasyonel akla, bilimsel verilere ve ekonomik gerçeklere uygun yapılmış böyle bir çalışma bulunmamaktadır, bu yüzden de bu iş hala “fikir” aşamasını geçebilmiş değildir!
Bu fikrin gündeme gelmesi ve savunulması iki ana gerekçeye dayanıyor, bu gerekçeler:
Ben bu iki gerekçeyi de sorguladım ve aşağıdaki bilgileri bu fikri eleştiren yahut da destekleyen tüm kesimler için özetledim, tabloya döktüm, konu ile ilgilenenler okusunlar ve kararlarını ona göre versinler istedim:
A- İLK GEREKÇE: MONTRÖ SÖZLEŞMESİ İLE BELİRLENMİŞ GEÇİŞ ÜCRETLERİ MESELESİ
İktidar hâlihazırda Montrö Sözleşmesi uyarınca net ton başına alması gereken geçiş ücretlerinde çok büyük bir indirim uygulamakta ve alınması gereken, anlaşılmış ücretin oldukça altında bir ücret almaktadır.
Montrö Sözleşmesi'ne göre, Boğazlar'dan geçecek gemilerden Türkiye Sıhhi kontrol, fener ve tahliye hizmetleri için net ton başına 0,595 Altın Frank karşılığı ücret alma hakkına sahiptir.
Altın Frank, “Franc Germinal” ya da “Napolyon Altını”, Napolyon tarafından 1805 de dolaşıma sokulmuş ve 1920 yılında Milletler Cemiyetince de temel hesap birimi olarak kabul edilmiş içeriğinde 0,290 gram saf altın olan bir para birimidir.
Bugün Altın Frank artık tedavülde olmadığı için boğazlardan geçen gemilerden net ton başına alınması gereken 0,595 Altın Frank ücretin karşılığı yeni bir hesap yöntemi ile belirlenmelidir. Altın Frank’tan maksat zaten altın paranın içindeki saf altın miktarıdır, yapılacak iş sadece bir Altın Frank’ın içindeki saf altın miktarı olan 0,29 gr altının değerini geminin geçtiği tarihteki 24 ayar saf altının gram fiyatı karşılığında Türk Lirası olarak almaktır.
Alınması gereken ücreti Altın Frank’ın içerdiği 24 ayar saf altın üzerinden hesaplarsak net ton başına 0,17 gram 24 ayar, saf altın karşılığı ücret alınacak demektir.
Boğazlardan 2018 yılında yaklaşık toplam 85.102 gemi ve 1,3 milyar ton yük geçtiği dikkate alınırsa bu meblağ:
1,3 milyar ton yük X 0,17 gram altın = 221.000.000 gram ya da 221 Ton altın yapmaktadır.
221 Ton altın ise (Nisan 2025 tarihindeki ons fiyatı ile) yaklaşık olarak 23,6 milyar dolar........© Sonsöz
