menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yeni-despotizm sınır tanımıyor!

48 59
08.07.2025

Despotik rejimler 21. yüzyılda dünya çapında güç ve yaygınlık kazanıyor. Bunları 19. yüzyılın Bonapartçı despotik rejimlerinden ayırt etmek için “yeni-despotizm” kavramı daha uygun düşebilir. Her iki dönemde de kuşkusuz benzer bir ekonomik temel ve sistem var. Ancak kapitalist sistemin 20. yüzyıl başlarında artık belirgin biçimde emperyalist aşamaya geçmesi önemli bir farklılaşma yaratmıştı. Sonrasında iki büyük paylaşım savaşı arasındaki dönemde faşizmin Avrupa’da tekelci sermayenin yeni devlet düzenine dönüşmesi, çok ciddi bir kırılma yaratmıştı.

İkinci savaş sonrasında 1945’ten itibaren şekillenen ikinci küreselleşme dalgası, iki kutuplu görünümüne karşın esas olarak ABD hegemonyası altında şekillenmişti. Emperyalist savaşlara karar veren artık bu yeni hegemon güç olacaktı. Ancak 30 yıl sonra, Vietnam bozgunuyla müdahale sınırlarının ona hatırlatılması da uzun sürmemişti. ABD gerileyen hegemonik gücünü, 1991’de Sovyetler Birliği’nin çökertilmesi üzerinden yeniden canlandırma imkânı arayacaktır. Aynı yılın başlarında ABD’nin Birinci Irak Müdahalesi de bunun bir parçasıdır. Gerçi 11 Eylül 2001’deki İkiz Kuleler saldırısı hem bu döneme bir sınır koyacak hem de 2001’de ABD’nin Afganistan istilasına ve 2003’te İkinci Irak Müdahalesine gerekçe oluşturacaktır.

ABD emperyalizmi Ortadoğu’yu kendisi ve İsrail siyonizmi için dikensiz gül bahçesi haline getirmek üzere devletleri biçimlendirme çabasını daha sonra da sürdürecektir. 2011’den itibaren “Arap baharı” bir “rejim temizleme” aracı olarak kullanılacaktır. Düşürülen son “kale” 2024 sonunda Suriye olacaktır. Böylece İsrail’in Gazze’yi soykırım boyutuna varan katliamlarla dümdüz etmesi, Lübnan’da Hizbullah’ı dize getirmesi ve İran’ın nükleer potansiyelini berhava etmesinin yolları açılacaktır. Bu sırada ABD iç siyasetinde de yeni-despotizmin belirtileri pekişecek, özellikle ikinci Trump döneminde zirve yapacaktır. Avrupa ülkelerinde de faşist hareketlerin tırmanması ve bazı durumlarda iktidara kadar taşınması hızlanacak, her durumda en “demokrat” görünenleri bile Ukrayna ve Gazze örneklerindeki gibi militer-faşist-emperyalist müdahalelere destek olmakta duraksamayacaktır.

Böylece “burjuva-demokrat” yaftalı “Batı” devletlerinin “demokrat” maskelerinin düştüğü, despotik ve militarist yüzlerinin iyice açığa çıktığı, NATO denilen savaş aygıtının ve ABD askeri hegemonyasının yeniden palazlandığı bir “felaketler çağı”na girilmiş olacaktır.

Türkiye ise 1980 faşist askeri darbesiyle pro-amerikan ve NATO’cu çizgiye daha fazla angaje edilmenin yanısıra, bağımsız-planlı bir sanayileşme politikasından vazgeçmenin resmi taahhüdü olan 24 Ocak Kararları cenderesine sokuldu. Dışa açık ve uluslararası sermaye bağımlı bir ekonomi........

© soL