27 Mayıs 1960
Geçtiğimiz Pazar Ankara’da yapılan Cumhuriyetçiler Kurultayı’yla birlikte, Türkiye’de Komünizm ile devrimci Kemalizm arasında çok kıymetli (ve geç kalınmış) bir köprü kurulduğunu düşünüyorum. Bu hafta, bu köprünün kuruluş sürecinde çokça tartışılan ve kurultay kürsüsüne de yansıyan bir soruya yanıt aramaya çalışacağım ve bu yazının denk geldiği yıldönümüne dair bazı çıkarsamalarda bulunacağım.
Soru şu: 1923’te kurulan cumhuriyetin devrimciliği, hangi tarihten itibaren gericilik tarafından akamete uğratıldı?
Bu soruyu Emre Kongar ve Zülal Kalkandelen’in “Devrimin ve Karşı Devrimin Yüz Yılı” eserinde yaptıkları, çok doğru bulduğum bir vurgudan yola çıkarak ele almak istiyorum. Gericilik, yani karşı devrim ilk andan itibaren Kemalist devrimle iç içe oldu ve bu durum Kemalist devrimin herhangi bir eksikliğinden değil, yaşanan devrimin nesnel ve diyalektik çelişkilerinden kaynaklanıyordu.
Mustafa Kemal ve yoldaşları Cumhuriyeti kuran devrimi ideal koşullarda değil, 1918-1924 yılları arasında, sınıf çelişkilerinin çok derinleştiği Anadolu’nun “çok namüsait bir mahiyette tezahür eden imkân ve şeraitinde” gerçekleştirdiler. Devrim iki gerici güce karşıydı: Emperyalist işgal ve Osmanlı hanedanı. Devrimci kadroların bu iki güce karşı başlıca iç müttefiki ise Müslüman Anadolu eşrafı, yani büyük toprak sahipleriydi. Bu sınıf uzun zamandır köylülerin ürettiği tarımsal artık ürüne el koyma konusunda Osmanlı hanedanı ve onun çevresindeki sınıfsal yapılarla rekabet halindeydi ve bu süreç, Sened-i İttifak’tan itibaren hep yerelin güçlenip merkezin zayıflaması yönünde ilerlemişti.1
Kendisi de hiç ilerici olmayan bu mülk sahibi sınıfı 1918 itibariyle devrim safına iten temel gelişme Anadolu’nun emperyalistler tarafından işgal edilmesiydi. İşgal açıkça Müslüman toprak sahiplerinin çıkarlarına aykırıydı zira hem bu sınıfın elindeki üretim aracı olan toprağa çöküyor hem de emperyalist ülkelerin öteden beri ilişkili olduğu bir başka rakibi olan gayrimüslim burjuvaziyi güçlendiriyordu. Toprak sahiplerinin başının hoş olmadığı Osmanlı hanedanı ise on yıl önce İttihatçılara kaptırdığı iktidarı geri alabilmek için emperyalistler kendisine nereyi bırakırsa oraya yerleşmeye razı olacak ölçüde işbirlikçiydi. Millî Mücadele tek bayrak altında toplanmadan önce ortaya çıkan neredeyse tüm yerel direnişlerin kaynağında bu çelişkiler vardı ve bu bağlamda İzmir’in işgali, İngiliz emperyalizmi açısından Anadolu’daki direnişi yeni bir evreye sıçratan büyük bir hesap hatasıydı.2
Dolayısıyla tarihin işleyişi 1918 itibariyle Anadolu’da ilericilik ile gericilik arasına bir çizgi çektiğinde; başka pek çok durumda gerici tarafta yer alması beklenecek olan büyük toprak sahipleri Millî Mücadele safında kalmıştı.
Bu, devrimin pek çok sonucu olan büyük çelişkisiydi. Örneğin toprak sahipleri kendi yerel güçlerini korumaktan yanaydı. 18 ve 19. yüzyıl boyunca Osmanlı’nın merkezileşme ve modernleşme çabalarıyla bu yüzden kavga etmişlerdi; şimdi de Anadolu’da yeni ve kalıcı bir devlet kurabilmenin tek yolu olan merkezi bir cumhuriyet hiç işlerine gelmiyordu. Millî Mücadele kazanıldıktan sonra Cumhuriyetin ilanına basbayağı zorlanmaları gerekti.© soL
