menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yoksullaştıran küçülmeye doğru giderken Türkiye

47 25
28.05.2025

Kapitalizmde sermaye sınıfı kendi çıkarlarını bütün bir toplumun çıkarlarıymış gibi sunar ve öyle yönetir. Bu sunumun yapılmasını kapitalist devlet üstlenmiştir ve o da bunu başarabilmek için kendisini sermaye sınıfının değil bütün bir toplumun devleti olarak sunmak zorundadır. Bunun becerilemediği durumlarda; yani sermayenin çıkarlarının tüm toplumun çıkarları olmadığının, devletin de aslında bütün bir topluma ait olmadığının görüldüğü durumlarda ise yönetenler yönetemez hale gelir, yönetilenler de bu şekilde yönetilmeyi reddederler ve hegemonya krizleri yaşanır.

Ancak kapitalist devletin başka bir görevi daha vardır; o, farklı sermaye fraksiyonlarının çıkarlarını uzlaştırmak, aralarındaki rekabetin sermaye düzenine zarar vermesini engellemek durumundadır. Elbette ki başat bir sermaye fraksiyonu olacaktır ama diğer sermaye fraksiyonlarının da çıkarları gözetilecek ve fraksiyonlar arası bir denge sağlanacaktır. Bunun becerilemediği durumlarda yine krizler yaşanır ve genelde kapitalist devlet adına bunu beceremeyen hükümetler değişir ve yerine yenileri gelir.

Yazı bu kısımdan itibaren böyle teorik bir minvalde ilerlemeyecek ama derdini anlatabilmesi için böyle bir girizgâh şarttı; çünkü Türkiye’nin sermaye sınıfının bütün fraksiyonlarıyla gidişattan rahatsız olmaya başladığına ve iktidarın bu rahatsızlığı giderme potansiyelinin azaldığına dair ciddi emareler görülmeye başlandı.

Evet, doğru; bu iktidar Türkiye’yi sermaye için bir cennet, emek için de bir cehennem haline getirdi. Asgari ücretle çalışan milyonlar, asgari ücrete yakınsayan ortalama ücretler, uzun çalışma saatleri, yüksek vergi oranları, giderek derinleşen yoksulluk, alt üst edilmiş bir gelir dağılımı ve çok yüksek kârlarla ve karşılarında güçlü bir emek hareketi olmadan semiren bir sermaye sınıfı… Ancak belli ki bunlar sermaye açısından tek başına yeterli görülmüyor artık ve bunun böyle olmadığı da açık bir şekilde görülebiliyor bu dönem itibariyle.

Hâkim sermaye fraksiyonunun örgütü olan TÜSİAD’dan başlayalım. TÜSİAD’ın, iki yöneticisine dava açılmasına yol açan açıklamasındaki esas derdi elbette ki demokrasi ya da laiklik değildi; TÜSİAD “rasyonel politikalar” olarak değerlendirdiği Şimşek programının daha etkili bir şekilde uygulanmasını ve küresel sermayenin perspektifine bağlı bir şekilde enflasyonun bir an önce düşürülmesini talep ediyordu. Bunun yanı sıra bir de uzun vadeli talepler vardı ki bunlar da Türkiye kapitalizminin yapısal dönüşümüyle ilgiliydi. TÜSİAD, ucuz emeğe ve fiyat rekabetine dayalı mevcut modelin yerini yüksek teknolojiye ve yüksek katma değere dayalı bir modelin almasını istiyor, mevcut modelin artık tıkanma noktasına geldiğini söylüyordu.

MÜSİAD ve TOBB’da temsil edilen sermaye fraksiyonları ise yani orta ve küçük ölçekli sanayiciler ve ticaret burjuvazisi ise iktidarın hışmını çekmemek için destek veriyormuş gibi........

© soL