Savaşın sonu ve iç cephe
İnsanlık tarihinde düşmanına karşı nükleer silah kullanan tek bir ülke var: Amerika Birleşik Devletleri. 2. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, Hitler ve Mussolini yenilmişken, Japonya’nın da yenildiği ve kaçınılmaz olarak teslim olacağı belliyken, sırf “yeni hegemon güç benim” demek ve Sovyetler’e karşı gövde gösterisi yapmak için Hiroşima ve Nagazaki’de yüz binlerce kişiyi öldürdüler, kuşaktan kuşağa aktarılacak bir felaket yarattılar.
Atom bombası, yani nükleer silah kullanarak birkaç saniye içerisinde yüz binlerce insanı katledebilmiş yeryüzündeki tek devletin kimin nükleer silaha sahip olabileceği ve bunun insanlık açısından tehlike teşkil edip etmediği konusundaki son karar verici statüsünde yer alması, bunu da savaş sebebi sayabilmesi, tarihin en kötü ironilerinden biri olsa gerek.
Sovyetler Birliği’nin varlığı bunun önündeki en büyük engeldi; çünkü Sovyetler ABD’nin elinde hangi nükleer silah varsa onun aynısını, hatta kimi zaman daha etkilisini yapmayı başarmış ve bu da ortaya ünlü “dehşet dengesi”ni çıkarmış, bu nedenle de ABD Soğuk Savaş boyunca Sovyetler’e kendisiyle eşit güçte olduğu için saldıramamış, nükleer bir savaşı başlatamamıştı.
ABD’nin ve Batı’nın şımarık çocuğu İsrail’in bugün bu kadar rahat hareket edebilmesinde Sovyetler Birliği’nin ve sosyalizmin yokluğunun büyük payı var elbette. Emperyalizm 1990’ların başından beri köpeksiz köyde değneksiz geziyor adeta; savaşlar çıkarıyor, rejimleri ve sınırları değiştiriyor, ülkeleri parçalıyor, dünya pazarlarına eklemlenmemiş, emperyalist sömürüye açılmamış tek bir kara parçası kalsın istemiyor.
İşte İsrail de böylesi bir konjonktürde olanca pervasızlığıyla İran’a saldırdı ve hem İran’ın nükleer kapasitesini yok etmeyi hem de rejimi değiştirmeyi bir hedef olarak önüne koydu. Arkasında ise neredeyse bütün bir Batı dünyası vardı; İsrail’e atılan İran füzelerini sadece İsrail değil, “kolektif Batı’nın demir kubbesi” durdurmaya çalıştı.
Savaşın ilk günlerinde İsrail’in savaş teknolojisi, nokta atışları övülüyor, İran’ın füzelerine soba borusu muamelesi yapılıyor, rejim değişikliğine sayılı günler kaldığı söyleniyordu. Ancak evdeki hesabın çarşıya uymadığı, uymayacağı çok kısa süre içerisinde anlaşıldı. İran füzeleri demir kubbeyi aşıp İsrail’deki stratejik noktaları vurdukça fiziksel ve psikolojik üstünlük el değiştirmeye başladı.
Kendisini mutlak bir güvenlik devleti olarak kurgulayan ve halkına da mutlak güvenlik vaat eden İsrail’in füzeler tepesine yağdıkça ne kadar kırılgan ve bu vaadi gerçek kılmaktan ne kadar uzak olduğu ortaya çıktı. Tel Aviv’de çalan sirenler, koşulan sığınaklar, vurulan hedefler, yıkılan binalar, savaşı İsrail açısından sürdürülemez hale getirdi.
İşte........
© soL
