Güney Asya’da gerilim
Geçen hafta Hindistan’ın Jammu-Keşmir bölgesinde bir turist otobüsü saldırıya uğradı. Son baktığımda ölü sayısı 26’ya ulaşmıştı. Kanlı saldırıyı Keşmir’in Hindistan’dan ayrılmasını savunan “Direniş Cephesi (TRF)” adlı bir grup üstlendi. Hindistan’daki Modi Hükümeti saldırıya misilleme olarak Pakistan’la ilişkileri daha da gerginleştirecek bir dizi adım attı. Örneğin Hindistan’da diplomatik statüde görev yapan Pakistanlı ataşeleri sınır dışı etti, vize itasını durdurdu. Ayrıca Pakistan ve Hindistan arasında 1960 tarihinde imzalanmış olan İndus Su Anlaşmasını askıya aldığını duyurdu. Pakistan ise böyle bir eylemin savaş sebebi sayılacağını, Pakistan’ın “her türlü imkanını kullanarak” savaşacağını duyurdu.
Ajansların geçtiği haberlerin özeti bu. Kendimizin ve bölgemizin yakıcı sorunlarıyla uğraştığımızdan bu haberler bizde pek fazla yankı bulmadı. O yüzden bu hafta hem bu meselenin arka planına hem de olası sonuçlarına dair bir şeyler yazmak istedim.
Hindistan ve Pakistan’ın kuruluş tarihleri aynı: 1947. Britanya’nın alt kıtadan nihayet çekip giderken bıraktığı hediyelerden biri bu iki ülke arasındaki zıtlık. Bir de Bangladeş’i sayarsak, “British India”dan üç devlet çıkmış.
Pakistan malum, “dost ve kardeş” ülke. Bunun tarihsel sebepleri var. Gelin görün ki “Dost ve kardeş” Pakistan deyince aklıma gelenler Butto’nun idamı, Ziya Ül Hak’ın sevimsiz suratı ve Kenan Evren’le verdikleri dostluk pozları. Elbette bundan ibaret değil Pakistan. Bir kere gerçekten uluslararası arenada Türkiye’ye hep yakın duran bir ülke olmak gibi bir adeti var. Son zamanlarda böyle bir tutuma biraz daha az şahit oluyorum gerçi ama sanırım bir ülkenin nerede durduğu belli olmayınca onun yanında konumlanmak da kolay olmuyor.
Hindistan ve Pakistan’ın ayrı ayrı bağımsızlıklarını elde etmeleri insanlık tarihinin gördüğü en büyük nüfus hareketlerinden birine sebep olmuş. Kabaca anlatırsak Müslümanlar yukarı Hindu ve Sihler aşağı göç etmişler. En iyimser verilere göre bile 15 milyondan fazla insan yerini yurdunu terk etmiş. O arada yaşanan şiddet de bölgenin nüfusuyla orantılı olarak sayısız can almış. Çok kesin olmayan tahminler 500 bin ila 1 milyona yakın ölüm olduğu yönünde. Bölünme denilen sürecin yarattığı acılar çok derin ve her iki ülkenin yöneticilerinin de katkılarıyla hâlâ çok taze.
Bölünmenin şöyle bir asimetrik tarafı var yalnız, Pakistan neredeyse tamamı Müslüman bir ülke haline gelirken Hindistan’da çok sayıda Müslüman kalmış. O yüzden de Hindistan görece seküler bir anayasaya sahipken Pakistan bir din devleti görünümünü almış. 1,4 milyar nüfuslu Hindistan’da bugün 170 milyon civarında Müslüman yaşıyor. Pakistan’ın nüfusu ise 245 milyon.
Sabah akşam birileri İslam alemi diye tekrarlayadursun din ortaklığının her zaman bir ulus oluşturmaya yetmediğinin en iyi kanıtlarından biri Pakistan. Bangladeş’in ezici Müslüman nüfusuna karşın Hindistan’ın desteğiyle Pakistan’dan ayrılmasının temelinde Bengal Müslümanları ile bugünkü Pakistan nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Pencap Müslümanları arasındaki kültürel uyuşmazlık yatıyor. Din aynı belki ama geri kalan her şey farklı olunca cemaatleri üst üste eklemekle millet yaratılmıyor. Keza son dönemde, özellikle de Modi’nin Başbakanlığı sonrasında fena halde ayrımcı ve Müslüman karşıtı hale gelen siyaset mekanizmasına, zaman zaman uğradıkları şiddete rağmen Hindistan’ın güneyinde yaşayan Tamil veya Kerala Müslümanları için Pakistan sırf Müslüman olduğu için alternatif bir “vatan’ teşkil etmiyor.
Biraz jeopolitik konumlanmaya da değinelim. Hindistan kuruluşunu izleyen dönemde SSCB ile yakın bir işbirliği geliştirmişti. Hindistan’ın kalkınmasında da, görece seküler yapısında da, daha sonra yeniden döneceğimiz nükleer güç geliştirmesinde de SSCB’yle yakınlığının payı var. SSCB yıkıldıktan sonra bu tablo değişiyor elbette. SSCB’nin ardılı konumundaki Rusya Hindistan’la yakın ilişkilerini sürdürüyor ama uluslararası kapitalizmin önemli bir dişlisi haline gelen, iç politikada iyice sağcılaşan Hindistan son dönemde ABD ve genel olarak Batı’yla........
© soL
