İzmir Limanı’ndaki hamallar greve gittiğinde..
İzmir her zaman önemli bir liman şehriydi.
Dünyadaki iyi ve kötü tüm değişimlerinden etkilenmeye ve yeni fikirlere de açıktı.
1930’da Serbest Fırka’nın en büyük rağbeti, 1929 Krizi’nden etkilenmiş İzmir’de görmesi tesadüf değildi.
Yüzyıllardır gelmesi kolay şehirlerden biri olarak kozmopolitti. Yerli-göçmen, çalışan/patron, zengin/fakir çelişkisi de bu yüzden hep canlıydı.
İzmir Limanı’nda çalışan hamallar 1620 yılında bile Venedikli tüccarlara karşı greve gitmişlerdi.
“… her zaman aldıkları ücretin üç katını talep etmekle kalmadılar, Venediklilerin daha ucuza çalışabilecek (ya da daha umutsuz) hamalları tutmalarını önlemek için birleştiler. Diğer bir deyişle işi durdurup grev kırıcılara karşı direndiler. Daha ayrıcalıklı konumdaki yeniçerileri taklit edip protestoya kalkışan hamallar, Venedik ticaretini felce uğratabileceklerini anlamışlardı… Yabancılar bu amele hareketini bastırmak için İstanbul’a zayıf bir protesto çekmekten başka bir şey yapamayacaklardı.”
(Daniel Goffman’ın “İzmir ve Levanten Dünya 1550–1650” kitabından aktaran; Engin Berber, “Domino etkisi yapan bir emekçi eylemi: İzmir Liman işçileri grevi (1913)”, 2010)
Esas modern anlamda ve adına Fransızca’dan alınarak “grev” denen büyük kitlesel eylemler ise 1908 Devrimi’nden sonra yaşandı.
Hürriyet’in İlanı’nın yarattığı özgürlük ortamında, rahatlayan sendikal hareketlerin örgütlemesi ve o sırada artan yüzde 40’lara dayanan enflasyonun da etkisiyle, ülkenin her yerinde tütün, vapur, tren işçileri ücretleri için grevlere gitmeye başladı.
30 Temmuz 1908 ile 20 Aralık 1908 arasında 119 grev yaşandı.
En şiddetlilerinden biri yine İzmir’deydi.
İzmir demiryollarında 26 Eylül’de başlayan grev sert geçti. Greve gidenlerle, grev kırıcılar arasındaki kavga bahanesiyle kolluk güçleri greve müdahale etti, çok sayıda işçi tutuklandı.
Tutuklu arkadaşlarının bırakılması için yeniden eyleme giden işçilerle kolluk arasında çıkan kavgada bir işçi öldürüldü.
Olaylar daha da büyüdü, “işçiler telgraf hatlarını kesti, grev kırıcıları fabrikalara kilitlediler, patronların depolarını yakmaya başladılar. İttihatçıların patronlarla işçiler arasında aracı olma çabaları, işçilerce sertçe reddedildi. İzmir’deki askeri kuvvetler, ayaklanmış işçileri kontrol altına almayı başaramıyordu. İzmir’de ancak 7 Ekim’de, İstanbul’dan gönderilen birliklerin şehri bilfiil işgal etmesiyle düzen yeniden hüküm sürmeye başlayacaktı.” (Hasan Doğan, Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Grev Hakkı ve Ta’tîl-i Eşgâl Kanunu, Belleten, 2018)
İzmir’deki grevin askerle bastırılmasından bir gün sonra 8 Ekim’de ilk grev kanunu olan
“Ta’tîl-i Eşgâl Cemiyetleri Hakkında Kânûn-ı Muvakkat” adlı bir geçici kanun kabul edildi.
Kanunla “demiryolu, tramvay, liman ve umûr-ı tenvîriyye (aydınlatma)” işletmelerinde grevler izne bağlı hale getirildi, mevcut sendikalar kaldırıldı.
Ateşini söndürmek için çıkarılan bu geçici kanundan sonra 1909’da Meclis-i Mebusan’da Ta’tîl-i Eşgâl Kanunu geçti. İşçiler ile işletmeler arasındaki sorunlar bir usule bağlandı, grev hakkı tanındı ama kamu yararına hizmet yapan kurum ve kuruluşlarda sendika kurulması yasaklandı.
O yıllarda kamu hizmetlerini veren şirketlerin pek çoğu yabancılara aitti, sendikaların ise çoğu Ermeni, Rum, Sırp sosyalistlerin kontrolündeydi.
Grevin bir hak olarak tanınmasıyla birlikte gidilen en büyük grevlerden biri yine 1913 yılında İzmir’de yaşandı.
İzmir Limanı’nda çalışan hamal, mavnacı ve sandalcılar ücretlerin artması için greve........
© Serbestiyet
