“Marg bar Amrika!” nereden çıkmıştı?
“Marg bar Amrika” yani “Amerika’ya Ölüm,” bu ara İran’ın yeniden en popüler sloganı.
Yine ABD için kullanılan “Büyük Şeytan” tabiriyle birlikte, ülkedeki rejimin resmi sloganlarından biri. Bizdeki “Ne Mutlu Türküm Diyene” gibi bir şey.
Peki neden koca bir devletin başka bir devleti hedef alan resmi bir sloganı var?
Genelde bu Molla rejiminin irrasyonel, dinci, saldırgan tezahürlerinden biri olarak görülüyor.
Zaten, Türkiye’de de yaygın olan klasik bakışa göre İran; dinci, geri, yobazk ama en ılımlısı kökleri Tevrat’ta geçen Büyük İsrail’i kurmak için otel patlatmış Menachim Begin’a dayanan Netanyahu’nun Likud partisi olan İsrail tarihinin en dinci hükümeti ve “İsrail’i İncil’de emredildiği için destekliyorum diyen Evanjelistlerin yönettiği ABD, laikliğin, modernliğin temsilcisi…
Halbuki İranlıların Amerika nefreti 1979 İslam Devrimi’nden eski ve çok haklı sebeplere dayanıyor.
Tam tersine, Fransa’da ikamet eden Humeyni’nin Şah’a karşı verdiği mücadele o yıllarda Batı’da geniş destek görüyordu, Humeyni de Batı ile iyi ilişkiler, demokrasi, özgürlük vaatlerinde bulunuyordu.
Air France uçağı ve bir düzine Batılı gazeteciyle Tahran’a inen Humeyni’nin ABD’ye karşı tavır almasına neden olan, kaçan Şah Pehlevi’nin ABD’ye sığınması oldu.
60 yıl boyunca iktidarını ABD ve İngiliz desteğiyle sürdüren Şah’ın yine ABD’ye sığınması üzerine 4 Kasım 1979’da devrim yanlısı öğrenciler Tahran’daki ABD elçiliğini işgal edip, 52 Amerikalıyı rehin aldılar ve 444 gün sürecek bir rehine krizi başladı.
Peki, neden bunu yaptılar?
Bu devrimin yine karşı bir devrimle bastırılacağına dair bir korku yüzünden…
Ve bu korkuya paranoya da denemezdi.
Çünkü 1953’de bu bir kez yaşanmıştı ve İran’ın bugün görünen bütün marazlarının doğmasına neden olmuştu.
Uzun bir hikaye bu.
Ve her şeyin sebebi bir zamanlar İran’ın nükleer çalışmaları değil, petrolüydü.
Her şey, 1901 yılında saltanatı sallanan Kaçar Hanedanlığı’ndan Şah Muzaffereddin’in ülkesinde petrol çıkarma imtiyazını 60 yıllığına Londralı banker William Knox D’arcy’ye vermesiyle başladı.
Abadan’daki dünyanın en zengin kuyuları için alınan bu imtiyaz için “En vahşi rüyalarımızın bile ötesinde periler ülkesinden gelen bir mükafat” demişti Winston Churchill.
1905’te Rusya, 1908’de Türkiye’de olduğu gibi 1906’da da İran’da Meşrutiyetçiler devrim yaptı ve Şah’ın karşısına bir Meclis kuruldu.
Şah, Meclis, petrol, Britanya arasındaki denge savaşları böylece başladı.
İran, Rusya ve Britanya arasındaki iktidar mücadelelerinin mekânıydı.
1917 devrimiyle Rusların emperyal iddialarından vazgeçmesiyle sahne tamamen Britanya’ya kalmıştı.
Kaçar Hanedanı’nın son temsilcisi Şah Ahmet, 1919’da ülkesini Britanya’nın kontrolüne sokan daha ağır bir anlaşmayı imzaladıktan sonra ortaya Anglo-Persian Petrol Şirketi çıktı. O şirket daha sonra BP adını alacaktı.
İran’da milyonlar yoksullukla mücadele ederken ülkenin zenginliklerinin Ada’ya akmasına tepkiler gittikçe büyümekteydi.
Kuzey’de Sovyet destekli bir “İran Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” ilan edilmiş, milliyetçi duygular kabarmıştı. Bir kurtarıcı için sahne hazırdı; Şah’ın ordusundaki kudretli askerlerden Rıza sahneye o anda çıktı.
Kolayca yıkılmakta olan iktidarı, daha güçlü bir iktidarla çalışmak isteyen İngilizler desteğiyle ele geçirdi ama bu kadarı ona yetmiyordu.
Birden emekli olup bir köye çekildiğini açıkladı. Eski Şah’ın geri gelmesinden korkanlar ona koştular. Ama o Cumhurbaşkanlığı’nı değil ‘Tavuskuşu Tahtı’nı istiyordu. Böylece Kaçar Hanedanlığı bitip Pehlevi Hanedanlığı başladı…
İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların yanında ama tarafsız kalarak İran üzerinden Nazilerin Rusya’ya girmesinden korkan İngilizlerin ve Rusların İran’a girmesine sebep olmuştu.
1941’de daha fazla direnemedi ve tahtı oğlu Muhammed Rıza’ya bırakarak çekildi.
Yeni Pehlevi Şahı sadece 21 yaşındaydı. En çok İngilizler mutlu olmuştu.
Truman ve genç Şah
Ama bu mutlulukları kısa sürdü.
Kaosta yeniden güçlenen Meclis’ten yabancılara yeni imtiyazları yasaklayan bir kanun geçirilmişti. Yasayı hazırlayan İsviçre ve Fransa’da okumuş, 30 yaşında girdiği Meclis’in Şah’a karşı üstünlüğünü savunduğu için baba Pehlevi’nin 20 yıldır siyaseti yasakladığı uzun boylu bir Pers milliyetçisiydi: Muhammed Musaddık…
Ülkenin ilk siyasi partisi de kurulmuştu. Aldığı pozisyonlarla ülkenin 50 yılına damga vuracak TUDEH (Halk).
Partiyi 1944’te komünistler ele geçirmişti artık. Partinin gizlice örgütlendiği yerlerden biri de İran ordusuydu.
40’lı yıllar boyunca İran TUDEH’in başını çektiği ayaklanmalar, aşiret isyanlarıyla sarsıldı.
Bütün bunlar olurken genç Şah Muhammed Rıza’nın en güvendiği adamı bir Amerikalıydı. 1942’de savaş yıllarında polis teşkilatına çekidüzen vermesi için müttefiklerin İran’a gönderdiği New Jersey Eyaleti Polis Şefi General H. Norman Schwarzkopf. Yarım asır sonra aynı adı taşıyan oğlu da bölgeye gelip “Çöl Ayısı” adını alacaktı…
Lüks hayatı, Amerikalı film yıldızlarıyla biri bitip diğeri başlayan aşkları yüzünden yoksul ve dindar İran halkı arasında popüler değildi Muhammed Rıza.
1949’da Şah karşıtı “Ayetullahlar”ın destek verdiği “İslam Fedaileri” örgütünün bir militanının suikastından kurtuldu. Suikastı TUDEH’in üzerine atarak Batılı müttefiklerini mutlu eden bir tasfiyeye girişti. Artık eski güçsüz Şah yoktu…
Şah’ın, tahtını korumak için elindeki en büyük güç; petrolü verip, Batı’nın desteğini almaktı.
29 yaşındaki Genç Şah da 1949 yılında Meclis’ten İngilizlere ek bir imtiyaz çıkarmaya çalıştı. Ama Meclis gönülsüzdü. Tek yol seçime gitmekti. Ama yeni Meclis de bu anlaşmayı onaylayabilecek bir Meclis olmalıydı.
Seçimlerdeki usulsüzlüklerin kurbanlarından biri Tahran’dan seçimi kaybettiği açıklanan Muhammed Musaddık oldu. Musaddık, taraftarlarını evinin önüne çağırdı.
Onlarla birlikte Şah’ın Sarayı’na yürüdüler. Kalabalık adil bir seçim yapılana kadar oturma eylemine başladı.
ABD’den bir davet almış olan Şah, günlerce süren oturma eylemi sonunda pes etti.
Saray’ından çıkıp Başkan Truman’ın kendisine gönderdiği “Bağımsızlık” adlı uçakla ABD’ye uçtu.
Çok iyi ağırlandı. Ona ülkedeki en önemli fabrikalar, çiftlikler gezdirildi. Ama Şah sadece silah ve askerî yardım istiyordu. İktidarı elinde tutması ve komünistlerin halkı kazanamaması için Amerikalıların sosyal yardım teklifleri onu hiç heyecanlandırmadı…
Eli boş ülkesine döndü. Seçimlere doğru gidilirken artık karşısında Musaddık’ın başını çektiği; içinde liberallerin, milliyetçilerin ve “Ayetullahlar”ın (Humeyni Musaddık’ı fazla laik bulduğu için cepheye girmemişti) bulunduğu “Millî Cephe” vardı. Cephe’nin en büyük vaadi de petrolü millîleştirmekti.
Millî cephe Meclis’e girdi. Yurt dışından seçimleri kazanıp Meclis’e girenlerden biri de çok karizmatik bir dinî lider olan Kaşani’ydi. Vereceği kararlarla İran’ın istikbalini, geleceğini belirleyecek Kaşani için de ilk mesele petrolün millîleşmesiydi. Bütün gücüyle Musaddık’ın arkasındaydı.
İlk zafer, petrol anlaşmasını görüşmek üzere Meclis’te bir komisyon kurulması kararıydı. Komisyonun başına Musaddık oturdu. Şah, yükselen muhalefete karşı güçlü bir başbakan seçmek için en güvendiği adamı yani General Schwarzkopf’un tavsiyesiyle General Razmara’yı Başbakan olarak atadı.
Bu arada Musaddık başkanlığındaki komisyondan anlaşmanın reddedilmesi tavsiyesi çıktı. İngilizler yeni bir anlaşmaya yanaşmıyorlar; yapılan incelemelerde yıllardır İran’a vermeleri gereken payı da vermedikleri ortaya çıkıyordu. Abadan’da çalışan İngiliz mühendisler ve İranlı işçiler arasındaki fark, uçurum gibiydi.
Onların emperyal açgözlülüğü İran’daki Batı yanlısı kesimleri de bıktırmıştı. 1951’de petrolün millîleşmesi için büyük bir kampanya başlatıldı. “Ayetullahlar” meydanlarda bunun dinî bir vecibe olduğunu anlatıyordu. “İslam Fedaileri” örgütünden biri bu kez Başbakan Razmara’yı öldürdü.
Meclis artık duruma hâkimdi. Bir gün Meclis’te “her şeyi eleştiren taşın altına elini sokmayan adam” diye eleştiriler alan Musaddık kürsüye çıktı ve Başbakanlık teklifini kabul ettiğini açıkladı. Bir şartı vardı; Petrolü millîleştirmek…
Şah’ın da direnecek hâli yoktu artık.
Devreye ABD girdi. Yoksulluk içinde kıvranan İran’da emperyal kazanımlarından bir gram taviz vermeye yanaşmayan Britanya’yla İran arasında arabuluculuk görevi; yüzyılın başından beri İran’a destek vermiş ABD’ydi. Heyetler gidip geliyordu.
Sonunda 1951 yılında Musaddık, Başkan Truman’ın davetlisi olarak ABD’ye gitti. Üst düzeyde ağırlandı. Ayrılırken son kez bir ABD’li diplomatın geldiğini görünce “Niye geldiğini biliyorum cevabım hayır” dedi. ABD’nin Britanya için petrol arabuluculuğu da sonuçsuz kalmıştı. Musaddık dönüşte Mısır’a uğradı. Kahraman gibi karşılandı.
Ülkesine döndüğünde Şah’ın karşısına çıktı ve ondan ordu üzerinden yetkileri kendisine devretmesini istedi. Şah yanaşmayınca, istifa edip Saray’ı terk etti. Şah’ın atadığı yeni Başbakan’ın ömrü 4 gün sürdü.
Sokaklara çıkan halk Musaddık’ı daha da güçlü olarak Şah’ın karşısına çıkardı. Bu arada Kaşani liderliğinde Lahey’e giden heyet petrol davasında İran’ın lehine bir kararla ülkeye dönmüştü. Artık bütün güç Musaddık’ın elindeydi. Şah ordu üzerindeki yetkilerini de Musaddık’a devretmek zorunda kaldı…
Britanya için geriye iki yol kalmıştı; Abadan’ı işgal etmek ya da Musaddık’tan kurtulmak.
Ama her ikisine de ABD Başkanı Truman yeşil ışık yakmıyordu. “Biz size Kore’de destek verdik siz de bize İran’da destek vermelisiniz” sitemleri de işe yaramayınca Britanya tek başına kaldı.
Artık geriye tek çareleri kalmıştı; Musaddık’ı tek başına devirmek. 1952’deki ilk darbe girişimi böyle başladı…
1951 yılının sonlarında Şah’ın atadığı Kavam’ın dört gün süren Başbakanlığını bitiren kanlı halk ayaklanmaları sonunda Musaddık’ın koltuğuna yeniden oturması Tahran’daki Britanyalı istihbaratçıların kafasında bir şimşek çaktırmıştı; Tahran’da iktidar sokakta değişebiliyordu.
MI6’ın atası olan SIS, (Secret Intelligence Service) Tahran’da halk, medya, din adamları ve siyasetçiler arasında çok güçlü bir ağ kurmuştu.
Her yıl milyonlarca pound bu ağa ödeniyordu. Örgütün başında da daha sonra Chatham House’un ve Penguin Kitapları’nın Antik Yunan üzerine yazan tarihçi yöneticisi bir Lord olarak karşımıza çıkacak yetenekli bir istihbaratçı oturuyordu; Monthy Woodhouse.
Woodhouse’un Tahran’daki şebekesinin merkezinde İngiliz hayranı armatör ve banker bir babanın oğulları olan Raşidiyan Kardeşler yer almaktaydı; Müzisyen ve filozof olan büyük kardeş Seyfullah, Şah’ın sırdaşı ve siyasi aktivist olan Asadullah ve iş adamı olan küçük kardeş Kudretullah…
Aileye SIS, her ay 10 bin pound ödüyordu. Bu, hizmetleri düşünülünce küçük bir meblağ sayılırdı. Kardeşlerin güçlü ilişkileriyle Britanya, milletvekillerinden gazetelere, mafyadan dinî liderlere kadar herkesi etkileyebiliyordu.
Raşidiyan kardeşler, 1952’in ortalarından itibaren gazete editörlerini kâh rüşvet dağıtarak kâh da ikna ederek Musaddık’a karşı çevirmeyi başarmışlardı. Ülkenin en büyük gazetesi Keyhan artık Başbakan’ı beceriksizlikle suçlayan manşetlerle çıkıyordu.
Aynı anda Batı medyası da Musaddık’ı yerden yere vuran haber ve yorumlarla dolmaya başladı. Musaddık’ın altı ay olağanüstü hâl ilanı üzerine New York Times gazetesi “Diktatörlüğe davet” başlıklı bir başyazıyla çıktı. Gazete Musaddık’ı Hitler’e benzetti ve hukuksal bir darbeyle ülkeyi diktatörlüğe götürdüğünü iddia etti.
http://www.nytimes.com/1952/07/15/archives/a-bid-for-dictatorship.html?_r=0
Musaddık’ın İngilizfobik ve yabancı düşmanı olduğu yazılıyor, hastalığı yüzünden sık sık bayılması ve konuşmaları sırasında bazen duygulanıp ağlamasıyla dalga geçiliyordu.
Ama sadece medyayı ve sokakları Musaddık’a karşı çevirmek yeterli değildi. Bir alternatif lider bulunmalıydı.
Ajan Woodhouse’un bulduğu isim 2. Dünya Savaşı’nda Nazilerle birlikte hareket ettiği için Britanya zindanlarında kalmış, Musaddık’ın göstericilerin üzerine ateş açma talimatı verdiği için görevden aldığı eski İçişleri Bakanı emekli General Zahidi’ydi.
Zahidi, darbe için görüşmelere başladı. O temaslardan biri Musaddık’ın da kulağına gitti; En başından itibaren Musaddık’ı desteklemiş olan Meclis Başkanı Kaşani’yle bir araya gelmesi…
Komployu fark eden Başbakan hemen harekete geçti.
Raşidiyan kardeşlerden ikisi ve üst düzey generaller tutuklandı. General Zahidi, vekil olduğu için dokunulmazlık zırhının arkasına saklandı. Dışişleri Bakanı Fatimi, kumpasın içinde bazı yabancı elçilikler olduğunu, Meclis’teki bazı isimlerin o elçiliklerin çıkarlarına göre hareket ettiğini” açıkladı. Ve 16 Ekim günü İran, Britanya ile bütün ilişkilerini kesip, ülkedeki bütün İngiliz diplomatların ülkeden çıkarılmasına karar verdi.
Ertesi gün New York Times, kararı “İran petrol anlaşmazlığı yüzünden Britanya ile ilişkileri kesti” diye verdi.
Ülkeden gönderilenler arasında yıllardır ilmek ilmek bir ajan ağı örmüş Woodhouse da vardı. Artık İran’da Musaddık’ı koltuğundan edecek İngiliz istihbaratçı kalmamıştı. Britanya’nın Musaddık’tan kurtulmak için tek çaresi ABD’yi ikna etmekti.
ABD’de Kasım ayındaki seçimleri 2. Dünya Savaşı’nda Birleşik Devletlerin Genelkurmay Başkanı olan IKE lakaplı Eisenhower kazanmıştı. Onun yakın ekibi İran konusunda Londra’yla hemfikirdi.
O yakın ekibin içerisinde de iki kardeş ise ateşli Musaddık karşıtıydı; Eisenhower’ın Dışişleri Bakanı yapacağı John Foster Dulles ve CIA’in başına getireceği Allen Dulles…
Bütün İngiliz istihbaratçılar İran’dan ayrılmıştı ve meydan Amerikalılara kalmıştı.
O Amerikalılardan biri Başkan Eisenhower’ın seçildiği gün Tahran’daydı. Büyükbabası da bir ABD başkanı olan Office of Strategic Services’ın (OSS) tecrübeli ajanı Kermit Roosevelt.
Kermit Roosvelt
İkinci darbe için herkes hazırdı…
Harvard Tarih Bölümü’nde genç bir akademisyenken, varlığından çok az insanın haberi olan ABD’nin en gizli istihbarat servisine katılan (OSS) Roosevelt, Tahran’daki darbe keşfinin ardından Londra’ya uğramış ve burada MI6 ve Dışişleri Bakanlığı’nda Musaddık’ı devirmekten başka bir şey düşünmeyen eski dostlarıyla buluşmuştu.
ABD’de seçimleri kazanan Dwight Eisenhower henüz yemin etmemişti ki, Tahran’dan kovulan MI6 ajanı Woodhouse elinde bir dosyayla Washington’a geldi. Bu kez Amerikalıları hiç ilgilendirmeyen petrol meselesi üzerinde durmadı.
Sıkı bir antikomünist olan Einsenhower’ın yakın çalışma arkadaşlarına Musaddık’ın eğer durdurulmazsa İran’ı Sovyetlere doğru kaydırdığını, komünist TUDEH partisinin ordudaki yapılanmasıyla her an darbe yapabileceğini anlattı.
Ama esas mesele hiçbir zaman komünizm tehdidi olmamıştı.
Daha sonra ortaya çıkan dokümanlarda bu net olarak ortadaydı. Zaten Sovyetler, 1953 Şubat’ında ölen Stalin’in ardından kendi dertlerine düşmüştü.
O yüzden petrol diplomasisi son dakikaya kadar sürdü. Yeni yönetim İngilizlerle darbe pazarlığı yaparken, Churchill de Truman’ı Musaddık’a ortak bir mektup göndermeleri konusunda ikna etti. Mektup, aslında Anglo-Iranian şirketinin İran’a geri dönmesini öngören bir anlaşmayı içeriyordu. Musaddık mektubu Meclis’te okuyup açıkladı ve dalga geçti. İpler kopma noktasına geliyordu.
Eisenhower, 20 Ocak 1953 günü yemin ederek göreve başladı. Dışişleri........
© Serbestiyet
