menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Zaman zaman içinde boykot

9 12
13.04.2025

Geçen pazar yayınlanan ve 56 yıl önce öğretmenlerin tüm yurtta yaptığı “TÖS Boykotu”na selam eden “Hele bir destur deyin, biz de varız! yazımdan devamla… Boykot ilkokuldan üniversiteye bizim kuşağın “yaygın eğitim”inde de etkili.

“Tüketim/tüketici boykotu”yla erken yaşta ve bizzat tanışıyoruz mesela. Teorisini daha ilkokulda, “Yerli malı, yurdun malı /Herkes onu kullanmalı” sloganları-posterleriyle, dramasını müsamerelerle yaptığımız söylenebilir.

O günlerdeki hayatımızı düşününce pratiği de zor değil esasında. İçecek-yiyecekte henüz adı konmamış “fast food” dâhil her şey yerli ve yerinde… Onda bile “dışarı”ya, yani sokağa bağımlı değiliz. Yerli hammaddeye dayalı ev üretimiesas. Soba kestane mangalı… “Atıştırmalık”lara mısır patlatma da ekleniyor. Karbonat-şeker-limonla “bebelere gazoz”u bile evinde yapan az değil. “Cola” bile henüz gelmemiş, ortalığa yığılmamış.

“Fast food”un da “fast”i, ev salçalı yahut Sana Yağı üzerine toz şeker ekilmiş ekmek dilimleri. (O yıllarda Sana’nınİngiliz-Hollanda şirketi Unilever ile İş Bankası A.Ş. ortaklığıyla işbirlikçi olduğu bilinmiyor pek. Her bi şeyi bizim sanıyoruz.)

“Lüks tüketim”de bile -çoğu markasız- yerli gofret-çikolata-bisküvi-şekerlemeler… Ulus’taki meşhur Hacı Bekir’in akidelerinden, mini akideli-lokum tıpalı mevlit şekerlerinden fena halde bunaldığımı hatırlıyorum. Külahları 12 ay evde, el altında.

Biz Karamela seviyoruz. Tabii bir de o çocukluk mânisi “Yağmur yağıyor, seller akıyor /Arap kızı camdan bakıyor”anispet Mabel sakızını… İki Rum gencinin Karaköy’de ürettiği sakızın üstündeki “çikolata renkli” ma belle kadın portresi ise rivayete göre çikolatalarının da ambalajını yaratan afili Fransız asıllı grafiker. “Gönül işi”… Öyle güzellerin boylu poslu bibloları, çiftli aplikleri de evlerde yaygın.

İthal ürünler henüz sarmamış piyasayı. Bulvarlara piyasaya çıktığında da ayrandan-limonatadan bıktıysan yerli-markasızgazoz eşliğinde Et Balık Kurumu’nun sosisli, salamlı, sucuklusandviçleriyle hovardalık yapıyorsun. Portakal suyu biraz daha pahalı.

İlave Kadınbudu köfteli “Goralı” bile var. Sandviçlerin içindeki salça-domates sosu, Rus Salatası, mayonez, acısı burundan çıkan -tozundan- hardal da “el yapımı”. “Ketçap”ınadı dahi alınmamış, öyle de anılmıyor.

Önceki kuşağın içtimai hayatındaki muhallebiciler hızla “pastahane” olmuş. Kahve, dondurma filan da yerli tabii.Maraş başkahraman, Roma Dondurması hâlis muhlis “müessese yapımı”. Bakkaldan, büfeden karton kabındaaldıkların zaten AOÇ mamulü. Yediğinde Külhan Ali’nin bile ağzı süt kokuyor.

Her yaştan “baba”lar beyaz-siyah Tekel Birası’yla keyif yapıyor, çakırkeyfliğin sınırlarını Tekel Rakısı, Votkası, “Tabii Kanyak”ı, Ankara Viskisi’yle zorluyor. AOÇ Ankara Şarabı, hatta şampanya muadili “Köpüklü”sü de tercihe açık. Çubuk Şarabı sirkeden ucuz ve hallice. TEKEL ama avucuna her şey sığıyor.

Ev ahalisi de bayramlarda çeşit çeşit likör ve likörlü çikolatayla köreltiyor nefsini. Türk kahvesinin yanında likör ve likörlü çikolata deyince bazı evlerde misafire her gün bayram. Boynu uzun göbekli şişeleriyle envaî çeşidi büfede duruyor. Ben damakta rüzgâr estiren nane likörünü ve nane likörlü çikolatasını seviyorum mesela. Büyüyünce Cin Menta’yı da…

TEKEL’in sigara büfesi de bugüne göre inanılmaz geniş.Alışkanlıklara da yabancı kalmıyorsun. “Bay-bayan”, köylü-asker-işçi-memur, subay (Silahlı Kuvvetler)-milletvekili, birinci-ikinci-üçüncü, tok-yumuşak içimli, yassı-yuvarlak herkese, her sınıfa, ciğere göre sigara…

Ecnebilerde, Avrupa’da bile o kadarı yok muhtemelen. Koskoca Amerika bile kıskanıp üzerine Turkish-American Blend” yazdığı Camel’ı çıkarıyor. Amma velâkin reklâmımız da ondan ibaret. Bence “şiş kebap, raki, lokum” filan vilayet efsanesi… Her an, her yerde, en güçlü uluslararası tanıtımımız, uzaktan akrabamız Kızılderiler gibi dumanla. Dünya “Turkish”i sigaraların paketindeki deveyle tanıyor.

Onun da efsanesi harika. Efendim, Padişah Abdülmecid zamanında İstanbul’a gelen Amerikan heyetine iki deve hediye etmişiz. Rivayete göre o dönemde Kızılderili soykırımıyla uğraşan “uzun bıçaklı” U.S. Army’nin Nevada çöllerindeki muharebelerine lojistik, askerî destek! Sonra da Camel’i görünce kızıyoruz; yok bizi deveye biniyor sanıyorlarmış, fesle anıyorlarmış.

Nostalji peşinde değilim elbette. Çok “Ah vah”ı da var böyle yerli-milli işlerin… Çocukluğu, hatta gençliği bir colaiçemeden, bir hamburger, envâi türlüsünü bırak bir cips bile yiyemeden, bir baskılı tişörtle derdini/safını ifade edemeden, bez, RAF ayakkabılarla, kumaş pantolonlarla geçen “eksik” nesil…

Ufku da bi tuhaf. O kadar teori-pratiğe, cefaya,........

© Serbestiyet