menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir savaş daha: İran-İsrail-ABD

11 0
30.06.2025

Meslek hayatımın ilk yarısı Soğuk Savaş dönemine rastladı. O döneme hafif nostalji ile bakacağım Sovyetler Birliğinin yıkılmasıyla bittiğinde hiç aklıma gelmezdi. Ancak o dönemin belki de en büyük özelliği şimdi mumla aradığımız istikrara sahip olmasıydı. Bloklar belliydi. Kimin ne tarafta olduğu da biliniyordu. Duvarı atlayan pek olmuyordu. Bir tek Mısır Nasır döneminde Sovyet blokuna yakınken, Sedat döneminde ABD ve İsrail’e yaklaştı. Öbür tarafta da Şah zamanında İran Batı Blokunun bir parçası, hatta NATO benzeri Türkiye, Pakistan ve başlangıçta Irak’la birlikte ittifak üyesiyken, devrimden sonra Batı ile bağları koparmıştı.

Bu istikrarlı dönem sayesinde olabilecek ihtilaflar kontrol altında tutulabiliyordu. Kore ve Vietnam savaşlarında Sovyetler ABD’ne karşı müdahil olmuyor, buna karşılık da sırasıyla Doğu Almanya, Polonya, Macaristan ve Çekoslovakya’daki halk ayaklanmaları Sovyetler tarafından bastırılırken Batı onları rahatsız etmedi. Afrika’da vekalet savaşlarında tarafların birini ABD, ötekini Sovyetler destekliyordu ama savaş bölgeyi aşmıyordu. İsrail-Arap savaşları da yayılma tehlikesine yol açmıyordu. 1980 ile 1988 arasında devam eden İran-Irak savaşı da milyonları bulan can kaybına rağmen yine yayılmadı. Hiçbir zaman da yayılma tehlikesinden bahsedildiğini hatırlamıyorum.

Soğuk Savaş sonrasında tek kutuplu dünyaya geçtik. Sovyetler çökmüş, halef ülke Rusya muazzam ve buhranlı bir değişim içinde kıvrandığından dolayı kimseyi tehdit edemeyecek duruma düşmüştü. Hatta Yeltsin döneminde Rusya Batıya iyice yanaşmış, NATO ile ilişkiye girmiş, ortak toplantılar ve bir çeşit gözlemci statüsü kazanmıştı.

Putin iktidara gelip eski İmparatorluk ve Sovyet topraklarına göz dikmeye, ABD’de de Obama’dan itibaren ülkenin Avrupa savunmasında 1945’ten itibaren üstlendiği lider rolünü terk edebileceği izlenimi yaratılmaya başlayınca durum değişti. Putin ilk önce 2008’de Gürcistan’a, arkadan da 2014’te Ukrayna’ya ilk defa saldırdığında ABD ve Avrupa kıpırdamamıştı. Hatta Beşir Esat kendi halkına karşı kimyasal silah kullandığında bunun bir kırmızı çizgi olacağını iddia etmiş olan Obama harekete geçmemişti. Gerekçe olarak da Irak, Libya ve Afganistan gibi Müslüman ülkeler ABD tarafından bombardımana tabii tutulduğunda neticenin hiç de iyi olmadığını söylemişti. Biden da Afganistan’dan süratle ve onur kırıcı bir şekilde çekildiğinde ABD’nin artık dünyanın jandarması olmadığını açıkça değilse de zımnen ilan etmişti.

Trump’un birkaç adım daha ileri gittiği malum. Meydanın daha Biden zamanında boş olduğunu hesaplayan ve bundan yararlanmak isteyen Putin Ukrayna’ya ikinci saldırısını yaptığında, Batının yine tepkisiz kalacağını sanıyordu. Oysa Avrupa ve Biden döneminde ABD Putin’in yolunu kestiler. Birkaç gün içinde Kyiv’i ele geçirip Ukrayna’yı ya tamamen zapt etmeyi ya da en iyi ihtimalle bir kukla devlet haline getirmeyi hesaplamışken Putin milyonu bulan zayiata rağmen çok fazla ilerleyemedi.

Trump iktidara gelmeseydi, belki de Putin savaşı kazanamayacağını hesaplayarak bir uzlaşma arayışına girecekti. Ancak Trump’un kafaları karıştıran söylemi, güçlü adamlara duyduğu saygı ve imrenme, genelde de kaba kuvvetin üstünlüğüne inancı Putin’i yeni bir umut verdi. Buna şüphe yok.

Trump’un hukuk tanımayan yaklaşımı Netanyahu’yu da muhakkak teşvik etti. Her ne kadar ülkemizde bazı çevreler başta Suriye olmak üzere bölgede meydana gelen gelişmelerin ülkemizin yararına olduğunu iddia etse de başlıca kazanç Netanyahu’nun olmuştur. Hamas’ı ve Hizbullah’ı en azından uzunca bir süre için devre dışı bıraktı, Suriye’de Esat’ların yerine kendisiyle yaşamayı kabul eden bir rejimle komşu oldu ve bu başarıların üzerine daha büyük lokmayı yutma yoluna gitti.

Aslında doğrusunu söylemek gerekirse İran’daki mollalar da kendisine malzeme vermekten geri kalmadılar. Bir kere başta Araplar olmak üzere tüm diğer Müslüman ülkelerden farklı olarak İsrail devletini yok etmeyi kendilerine şiar ettiler. Bunun ben bir tek nedenini görüyorum. Baş düşmanları Şah zamanında İran’ın İsrail ile çok sıkı bir iş birliği vardı. Hatta Tahran’daki İsrail Büyükelçiliği devrimden sonra bir Filistin örgütüne verilmişti. Nasıl Şah rejiminin diğer büyük dostu ABD ile ilişkiler devrimden sonra şimdiye kadar onarılamayacak şekilde bozulmuşsa, İsrail’e mollaların bakış açısının nedenlerini orada aramak lazım. Yoksa Mekke ile Medine’nin muhafızı olmakla böbürlenen Suudi Arabistan’ın dahi İsrail ile yaşamayı kabul ettiği bir ortamda İran’ın husumetini sırf ideolojik ve dini sebeplere dayandırmak mümkün değil. Nitekim, İsrail’in başlattığı saldırılar üzerine Avrupalıların yaptıkları açıklamalarda İsrail’in kendini savunma hakkına sahip olduğu açıkça ve alenen belirtilir........

© Serbestiyet