Yıkıntıların altından canları kurtarır gibi hafızamızın üzerine çöken enkazı kaldırmak
90’lı yılların başında hafıza kaybının afetlere neden olduğuna dikkat çeken ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Mehmet Adam’a bir gönderme yapmıştım, bir yazımda.
Adam risk bilgisinin geçmişte binaların yapım pratikleriyle ilişkili olduğunu, bilgilerin inşa eyleminin kendisiyle aktarıldığını söylüyordu. “Modern” dediğimiz zamanlarda ise yapıları, yerleşim alanlarını temsil eden ayrı uzmanlık pratikleriyle, planlama ve projelendirme faaliyetleri üzerinde. Adam ısrarla bu pratiklerin temsil ettikleriyle farklı bir ilişki kurmasına, bunların bürokratik bir meseleden ibaret olmadığına dikkati çekmeye çalışıyordu. Onunla birlikte bakanlıkların kapılarını aşındırdığımızı hatırlıyorum.
99 felaketinden sonra karşılaştığım birçok yabancı uzmanın aynı meseleyi sorun ettiğini gördüm. Onların da Adam’ın dikkati çektiği bu konuyu önemsediklerini gördüm. Japon İmparatoru’nun başdanışmanı bizzat yerel çalışmalara kendisi de katılarak planlama, projelendirme çalışmaların yerel halkla birlikte nasıl yapılabileceğini göstermeye çabalamıştı. Aşağı yukarı ilişki kurulan bütün yabancı şehir plancıları, uzmanlar çalışmalarını böyle gerçekleştiriyorlardı. Daha sonra Sulukule’ye davet ettiğimiz İngiliz, Fransız, İtalyan, Alman… Şehir plancıları ve mimarlar da öyle. Planlama ve projelendirme çalışmalarının birçok ülkede benzer yöntemlerle deneyimlendiğini gördüm. Türkiye’de ise uzmanlık işlevleri tepeden inmeci, bürokratik ve yasak savmacı yöntemlerle yapılıyordu.
Bunun istisnaları var, elbette. 1996 Birleşmiş Milletler Zirvesi sonrasında elde edilen başarının kalıcı olması için harekete geçen UNESCO direktörü Minja Yang ve A.B.’nin şehircilik politikaları liderlerinden biri olan Yves Doge tarafından adımları atılan Fener-Balat Rehabilitasyon Projesi gibi…
Bu deneyimlerin ne yazık ki hepsi unutuldu. Unutulanların başında da 17 Ağustos felaketi sonrasında ortaya çıkan sivil toplum seferberliğinin nasıl yapılandığı.
17 Ağustos’un karanlığında ortalığı aydınlatan işaret fişeği
1999 yılındaki Körfez Depremi felaketinden sonra ortaya çıkan sivil toplum seferberliği karanlıkta ortalığı aydınlatan bir işaret fişeği gibiydi.
17 Ağustos’te başlayan sivil hareket yalnızca işini gücünü bırakıp yardıma koşan bir topluluk değildi.
Aynı zamanda bütün yardım çalışmalarını koordine eden, kamusal alandaki işlevleri üstlenen farklı türde müşterek bir yapıydı. Bu deneyimde hiç şüphesiz 1996 yılında İstanbul’da düzenlenen Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı’nın önemli bir payının olduğunu söyleyebilirim. 1994 yılından itibaren siviller uluslararası ilişkiler kurarak, kendi aralarındaki iletişimi geliştirerek bir araya gelmişler ve köylerin yakıldığı bir dönemde yerleşim, insan ve kadın hakları, çevre politikalarının gözden geçirilmelerini sağlamışlardı. Bu değişimin en yakın tanıklarından biri de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’di. 17 Ağustos günü sabahı hayata geçen bu sivil hareket bugünün koşullarında aklımızın alamayacağı işleri başardı. Örneğin Yenikapı’da iskelelere bağlı olarak bekleyen seferden alınmış deniz otobüslerini kullanarak daha ilk günden başlayarak acil kurtarma, sağlık ve yardım malzemelerinin bölgeye intikalini sağladı. İlk günden başlayarak afet bölgesinde kurduğu haberleşme istasyonları ile bütün haber........
© Serbestiyet
