Yetimhane’de farklı bir kamusal alan deneyimi mümkün
Büyükada Rum Yetimhanesi hakkında bir şeyler yazmaya çalıştım. Söylemek istediğim şuydu: “Bu hasar görmüş anıt yapının, hafıza mekanının dönüşümü yalnızca piyasacı bir modelde olmamalı, alternatifleri aranmalı. Farklı bir kamusal alan deneyimi için bu dönüşüme devlet destek vermeli. Yapının korunması ve yeniden işlevlendirilmesinin farklı bir kamusal alan deneyimine yol açması mümkün.”
Yetimhane binası yalnızca dünyanın en büyük ahşap yapılarından biri değil.
Hem imparatorluk, hem milletleşme dinamiklerinin iç içe geçtiği dünyada eşi benzeri olmayan bir modernleşme sürecinin belgesi. Yalnızca Yetimhane değil, Heybeli Ruhban (Teoloji) Okulu, Ticaret Enstitüsü… Bu tür yapıların ve kurumların dünyada eşleri benzerleri yok.
Bu açıdan bakıldığında modern kamu kavramı ve onunla ilgili politik eylemsellikleri tartışmak için Büyükada Rum Yetimhanesi’nin korunması ve yeniden işlevlendirilmesi karşımıza çıkan eşsiz bir fırsat.
Önce “Yetimhane bir kamusal alan mı, yoksa özel alan mı”, bu soruyla başlayalım: Bir eğitim kurumu olarak Yetimhane özel bir kuruluşa ait bir yer miydi, yoksa bir kamusal alan mı?
Türkiye Cumhuriyeti 2010 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına uygun olarak Yetimhane binasını sahibine iade etti. Aslında daha 2007 yılında mahkeme tarafından dava başvurusu kabul edildiğinde bu soruya bir cevap verilmişti.
AİHM başvurusu kabul edildiği, karar kesinleştiği ve iade gerçekleştiği anda iki önemli sonuç ortaya çıktı.
Türkiye Cumhuriyeti, Patrikhane’nin tüzel kişiliğini tanıdı. Yetimhane kararında ilk defa bir vakfın, ya da özel bir kuruluşun başvurusu kabul edilmedi, ya da iadesi gerçekleşmedi. Tapu devlet tarafından Rum Ortodoks Patrikhanesi adına düzenlendi.
Bu karar o güne kadar tartışmalı olan Patrikhane’nin tüzel kişiliğinin tanınması demekti.
Peki bu nasıl oldu? Bir mülk devletin elinden alındığı halde bir kamusal alan olarak nasıl kalabilir? (Bu da bence önemli ve yerinde bir soru.)
İade sürecinde bir kamu kuruluşu olarak Rum Ortodoks Patrikhanesi muhatap alındı ve onun kişiliğine iade edildi. Türkiye Cumhuriyeti “tüzel kişiliği yok” ya da “ben onun tüzel kişiliğini tanımıyorum” diye AİHM kararına itiraz etmedi.
Bu kararın alınmasında dava sürecine destek veren ve içinde hukukçuların da olduğu sivil girişimin zannedersem önemli bir etkisi oldu.
Bu karar Türkiye Cumhuriyeti açısından –tıpkı Lozan Antlaşması gibi- önemli bir tarihi ve siyasal meseleye........
© Serbestiyet
