menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Unutmak, hatırlamak, anlatmak (I): Etik bir rejim olarak bellek

13 0
18.05.2025

“Bir amnezi heykeli dikmeli ve onu nereye koyduğumuzu unutmalıyız.” Edna Longley, İrlandalı eylemci.

Bir adam, başka bir adamın belleğinde yer edinmek ister. Herman Melville’in Sağlam Adam adlı romanında, yas kıyafetleri giymiş bir dolandırıcının taşralı bir tüccarla karşılaşmasında olduğu gibi, bu yer edinme arzusu yalnızca tanınmak değil, bir boşluğu doldurmak, bir anlatı yaratmak arzusudur. “Sadakatsiz bir hafızanız var,” der dolandırıcı; ardından ise kendi hatırasına olan sadakatini öne sürer. Tüccar, hafızasındaki gediklere çekinerek bakarken, dolandırıcının sözleri onun belleğinde bir geçmiş inşa eder. Gerçekte yaşanmamış bir yakınlık, anlatının yarattığı güvenle ete kemiğe bürünür. Unutulan, yeniden kurgulanmış bir hatıra olarak belleğe yazılır.

Bu sahne, unutmanın çoğu zaman pasif bir silinme değil, aktif bir yeniden inşa süreci olduğunu hatırlatır okuyucusuna. Unutma, yalnızca bir şeyin zihinden silinmesi değil, hafızanın ona artık ihtiyaç duymadığını işaretlemesidir. Kierkegaard’ın ifadesiyle, “bir şeyi unutuşa havale etmek”, onu aynı anda unutmak ve hatırlamak demektir. Buradaki “havale” eylemi, şeyin tümüyle yok edilmesini değil, onu başka bir düzleme taşıyarak orada bir işaretle kayıt altına alınmasını içerir. Etimolojik olarak İngilizce consign fiilinin Latince conssignare kökünden, yani “damgalamak” fiilinden geliyor olması tesadüf değildir: Unutulan, hatırlanacak olanla birlikte damgalanır.

Bu çelişkili gibi görünen hareket hem bireysel hem kolektif düzeyde hafızanın etik, estetik ve politik doğasını gözler önüne serer. Hatırlamak da unutmak kadar seçici, kurucu ve zaman zaman manipülatif olabilir. Kimi zaman barışı mümkün kılan bir unutma gerekir; kimi zamansa adaletin tesisi için ısrarcı bir hatırlama. Anlatmak ise bu iki hareket arasında, yani unutmanın sessizliği ile hatırlamanın yankısı arasında salınır. Walter Benjamin’in düşüncesi tam da bu salınımı anlamaya ve yönlendirmeye çalışır. Benjamin’e göre tarih, yalnızca bir geçmiş kaydı değil; şimdide çakışan, bugüne seslenen, bastırılmış hak taleplerinin alanıdır. Dolayısıyla, anlatmak yalnızca bir geçmişi anmak değil, bugünü kurmak için hatırlamak ve gerektiğinde, unutmayı da yeniden düşünmektir.

Bellek, artık yalnızca bireyin değil; toplumların, imgelerin, teknolojilerin ve anlatıların kurucu mekânıdır. Bu mekânda unutmanın ne zaman bir hak, hatırlamanın ne zaman bir yük ya da direniş biçimi olduğunu yeniden düşünmek, yalnızca geçmişe değil, bugüne ve geleceğe dair sorumluluğumuzun bir parçası.

Walter Benjamin, Tarih Kavramı Üzerine adlı tezlerinde, tarihe dair yaygın ilerlemeci yaklaşıma karşı çıkar ve geçmişin yalnızca olmuş bitmiş bir zaman değil, şimdinin içinde yankılanan bir hak talebi olduğunu öne sürer. Benjamin’e göre tarihsel materyalizmin görevi, geçmişi, zaferlerin anlatısı olarak değil, mağlup edilenlerin sessizliği üzerinden yeniden kurmaktır.

“Tarihsel maddeci, geçmişin kendisine seslenmesini bekler. Tarihin öznesi, ezilen insanlıktır.” (Walter Benjamin, “Tarih Kavramı Üzerine”)

Bu bakış açısı, unutmanın da yalnızca bir kayıp değil, zaman zaman etik bir kayıtsızlık olarak işlediği durumlara ışık tutar. Bir şeyi unutmak, bazen onu bastırmak, yok saymak ve sorumluluktan kaçmak anlamına gelebilir. Bu nedenle unutma, sadece bireysel bir zihinsel süreç değil, etik bir tutumdur. O zaman can alıcı olan sorularla karşı karşıya gelmek kaçınılmazdır: Ne zaman unutmak gerekir? Ne zaman hatırlamak bir zorunluluk haline gelir?

Benjamin’in metninde geçen bir başka çarpıcı sahne, Paul Klee’nin Angelus Novus adlı tablosuna gönderme yaptığı sahnedir. Bu tabloyu “tarihin meleği” olarak yorumlayan Benjamin, meleğin gözlerini geçmişin yıkıntılarına........

© Serbestiyet