menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İyilik geçicidir, kötülük kazanır

23 0
04.04.2025

Ali Bulaç’ın kargadan başka kuş Nilüfer Göle’den de başka sosyolog tanımadığını okuduk da Yıldıray Oğur’un Türkiye’nin içtimai ve siyasi problemlerine üç saat müddetle “ışık tuttuğu” anonim sosyologdan hiç mi hiç haberimiz olmadı. Bütün bunları artık bu dünyadan ve Türkiye’den el etek çekmiş bir kuşağın alışıldık cehaletine bağlayıp geçebilirsiniz, geçebilirdik belki. Fakat ben epeydir yazılıp çizilenlere çok ikna olmuş değilim. Olup bitenleri operasyon masasında narkoz yemiş bir hastanın uykuyla uyanıklık arasındaki o müphem pozisyonuyla “seyreden” birinin daha fazla aydınlanmasına imkân da yok. Özeleştiriyse, biz özeleştirimizi de veririz, öyle bir örgütsel özdisiplinimiz var nihayetinde-başka bir şeyimiz kalmamışsa da. Hayır, bir muhalefet yarışına girmeyecek ve Türkiye’de olup bitenleri tarihin karanlık sayfalarından çağrılan kavramlarla adlandırma rekabetinden beri duracağım. Fakat bir Allah kulunun da her örgütlü düzenin bazen içinde bazen de yanında yöresinde varkalarak işlevselleşmiş bir “haydutluk (çakallık?) tortusu”na müracaat ederek Horkheimer’i anmamasını da esefle karşıladığımı belirtmek isterim. Düşünürümüz, yaklaşan büyük tehlikenin (Nazizm) yaratacağı felâketi öngörmüş, “aklın sonu”nu ilân ederek yalvaçlığı da elden bırakmamıştı aynı vakitlerde. O akıl hem geri çağrılamıyacak kadar imhâ edildiği hem de çağrıldığında kapıkulluğu ve içoğlanlığı mertebesinden daha ileriye gidemediği için bu bataklığın içerisinde değil miyiz?

Ben tüpgaz, nebati margarin ve şeker-kahve kuyruklarında büyüdüm. Darbe(ler) gördüm. Maraş, Çorum ve Sivas’ı yaşadım. Erke dönergeci diye müthiş bir bilimsel icada tanıklık ettim. Bu ülkede nelerin olup biteceğine dair esaslı bir tecrübem var. Yeteri kadar “ampirik veri” biriktirdim. İçimdeki amatör sosyolog veriye doydu. “Yeni” ve “devrimci” bir sürecin eşiğinde miyiz, kuşkularım var. Habermas’ın Türkçeye de çevrilen Meşruiyet Krizi’nde anlattığı hikâyenin bir benzeri var önümüzde. “Sistemik” bir kriz var ve sistem bu krizi çözebilecek siyasal ve kültürel araçlardan mahrum. Verili demokrasiler, sosyopolitik taleblere kulak vermek yerine, bu talebleri bastırmak (bu taleblerin büyük bir kısmının regülatif bir özbilincin süzgecine asla getirilmediğini de unutmamak gerekir) ve moral-normatif bir sosyalleşmenin sonuçlarını hiçe sayarak sadece kurumsal-uyumlayıcı bir entegrasyonu öncelediklerinden siyasal süreçlerin sağlayacağı rehabilitasyondan vazgeçmiş durumdalar.

Bireylerin hayat-alanlarını eşitleştirici iktisadi ve özgürleştirici sosyal angajmanlarını tüketmiş ve haydutların devletleşerek varolduğu bu eski “ileri-kapitalizm”, tabiatı ve insanları fiilen tükettiğinden ekonomik sistemler, pedagojik kurum ve pratik radikalize ettiği talebleri karşılamaktan 80’lerden itibaren vazgeçmişlerdi zaten. Böylece emeğini herhangi bir........

© Serbestiyet