menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Herkesin iki ruhu vardır

20 0
25.05.2025

Jung Konuşuyor’u (Alfa Yayınları) okuyorum. Adından da anlaşılacağı gibi bu bir söyleşi ve karşılaşmalar kitabı. Dünyanın her yerinden gazeteciler, psikanalistler ya da hiçbir pratik nedeni olmaksızın Jung’un görüşlerine kapılıp hayranlık duymuş romancılar, diplomatlar gibi çok farklı geçmişlerden, mesleklerden insanların bilge bir düşünürle karşılaşmalarını ve konuşmalarını içeriyor.

Onun yanına gelen insanlar, aynı anda bu sade ve güçlü insanda adeta ruhlarının diğer yarısını arıyor ve onun şahsında bunu bularak, zayıflıklarından, kin ve hasetlerinden ve her türlü güvensizliklerinden kurtulmuşçasına hafifliyor, güçleniyor, bilgeleşiyor ve hayatın yüzeysel akıntısının altına inerek derine dalmanın büyüsüyle kendi gözlerinin içine bakma cesareti yakalıyorlar.

Hep yavaş hareket ediyor Jung; Zürih gölünün kenarında, Ortaçağ’dan kalmış gibi gözüken, zamanın dışındaki evinden bakıyor dünyanın her yanına uzanan dürbününden. “Kendi odasında tek başına oturan bir adamın doğru düşünceleri düşünmesi halinde binlerce kilometre uzaktan işitileceğini” (s.382) söyleyen Çin deyişinin izinden gidiyor belli ki. Hiç acelesi yok. Dingin ruhlar için hız ve acele henüz iyileşememiş yaralar gibi huzursuz edici bir etki yapıyor. Modern yaşamın hızından uzaklaşmak için çaba sarf etmiyor. Yeterince kendine dönen insan için yaşam, dünyanın her yerinden ona akıyor sanki. Hiç görmese de her şeyi kendi gözleriyle görüyor.

Yanına gelen kişiler saatlerine bakarlarsa bundan rahatsız oluyor. Hızlandıkça anlamın azaldığını düşünüyor. Zamanı unutmadıkça onun dışına çıkılamayacağını ve hayata dışarıdan bakılamayacağını biliyor. Ve dışına çıkılmadıkça gerçek anlamda içine girilemeyeceğini… San Francisco’dan Elizabeth Osterman’ın saatine baktığını gördüğünde, aceleye gerek olmadığını söylüyor ve ekliyor: “Zamanı doğaya geri vermeliyiz ki, annemiz olabilsin. Burada doğanın bir parçası olarak yaşamanın, kendi zamanımda yaşamanın bir yolunu buldum. Modern dünyadaki insanlar her zaman yarın daha iyi bir şey olacakmış gibi, daima gelecekte yaşıyor, bu nedenle hayatlarını yaşamayı düşünmüyorlar. Kafalarında yaşıyorlar. İnsan kendini bilmeye, geçmişin köklerini kendisinde keşfetmeye başladığında, bu yeni bir yaşam şekli oluyor.” (s.175).

Jung için en büyük sorun insanın kendini bilememesidir. Kendini bilmek, zannedildiği gibi insanın kendini iyi tanımasından, bütün karanlık ve zayıf yanlarıyla yüzleşebilme cesaretinden ibaret değildir. Kendini bilmek, bütün geçmişin mirasından süzülüp gelen etkileri bilebilme becerisi gösterebilmektir. Bilinçdışı, bilmediğimiz atalardan kalanlarla yüklü bir mirastır. Her insanın iki hayatı vardır bu yüzden: kendi hayatı ve devraldığı hayatı.

Jung, “Çoğu kimsenin, oldukları her şeyin, ruhsal egolarının gündelik olaylara verdiği her tepkinin, eğitimleri ve çevreleri tarafından belirlendiğine inanmaya devam ettiğini” (s.78) oysa bunun çok eksik bir düşünme biçimi olduğunu ileri sürer.

Her insanın iki........

© Serbestiyet