Alevilerin mülksüzlüğünün 200 yıllık kısa tarihi
1839 yılı nisan ayının ilk günlerinde İngiliz Kraliyet Coğrafya Topluluğu’ndan William Francis Ainsworth adında bir gezgin Mucur üzerinden Hacıbektaş’a gelir. Ainsworth ve yardımcısının atları, kasabanın girişindeki dereyi geçerken çamura saplanır. Geceyi ‘ayan’ın yeni yapılmış taştan evinde geçirirler. Hacıbektaş’ta önünde deve bağlı ve görece temiz tek ev budur. Ainsworth’un cebinde ise yardım zorunluluğunu düzenleyen padişah fermanı vardır.
İngiliz coğrafyacı, Hacıbektaş’ı bakımsız ve verimsiz, halkı ise tembel bulur. O tarihlerde yakınlardaki Tuzköy’de yılda 300 deve yükü tuz[1] çıkarılmakta, bu tuzun geliri vakfiye olarak Hacıbektaş’a yollanmaktadır. Ainsworth, “her tarafta halk vergilerden şikâyet ediyor, Hacıbektaş’ta vergi muafiyeti var, üzerine her yıl tuz geliri almasına rağmen Hacıbektaş niye bu halde?” diye sorar. Yazdıklarından ‘ayan’ın evinin az ilerisindeki Hacıbektaş-i Veli’nin mezarının da harabe halde olduğunu öğreniriz.[2]
Ainsworth’un ‘ayan’ (yerel feodal) dediği 1826’da Hacıbektaş Dergâhının başına atanmış olan Nakşibendi Şeyhi Kayserili Mehmet Sait Efendi’dir. Dergâha vakfedilmiş gelirin 15’te 12’sini dergâhtaki Bektaşi babaları ve dergâh için kullanacak olan Sivaslı Mehmet Nebi Dedebaba[3] görevden alınmıştır, vakıf gelirinin 15’te 3’ünü alacak olan Hamdullah Çelebi[4] ise önce idamla yargılanmış sonra ailesi ve beraberindeki 70 kişiyle Amasya’ya sürülmüştür.
Vergi muafiyeti Çelebi ailesinin topraklarının 500 dönüm özel mülkü ve dergâhın topraklarıyla sınırlıdır. Bunlar da 1826’da Nakşibendilerin kontrolüne geçmiştir.[5] Nakşibendi şeyhi Kayserili Mehmet Sait Efendi de tuz, toprak gelirleri ve muafiyetleri kendine bir ev yaptırmakta[6] ve tarikatına servet transferi yapmakla değerlendirmiş, dergâhtaki mezarların bakımıyla bile ilgilenmemiştir.[7]
Gerçekten de İngiliz cerrah, jeolog ve coğrafyacı Ainsworth’un dediği gibi Hacıbektaş bakımsız ve yoksuldur. Verimsizliğe gelince gezdiği yerlerde potansiyel/verimlilik kıyaslamaları yapmaktadır. Kapitalist İngiltere’nin ekonomik fırsatlar ve yeni pazarlar arayışı için dünyanın dört yanına yollanmış Kraliyet Coğrafya Topluluğunun üyelerinden biridir. Seyahat planına Hacıbektaş’ı tuz madeni için almıştır. Onun verimsizlik sandığı şey, Hacıbektaş’ı, dergâhı ve mezarları dahi harabe hallere düşüren gerçekte 13 yıldır bütün gelirlerine çökülmüş olmasıdır.
Ainsworth, kibirli ve kimi zaman kestirme değerlendirmeler de yapar, örneğin sert bir kışın hüküm sürdüğü Kırşehir’i ipek üretimi için(?) uygun bulduğuna dair bir bölüm de var kitapta. Ancak Osmanlı coğrafyasının farklı bölgelerine dair isabetli değerlendirmelerde de bulunmuş[8], Çukurova’da bataklıkların kurutulup, göçmen aşiretlerin zorla iskân edilmesi ve Manchester tekstil sektörünün ihtiyacı olan pamuğun kitlesel üretimi bu değerlendirmeler üzerine gelişmiştir.[9]
Bu sömürge yetkilisi Hacıbektaş’tan ayrılıp, Kızılırmak’a geçerken gördüğü Hırka Dağını İrlanda coğrafyasındaki tepelerle özdeşleştirir. Tiocfaidh ár lá[10] diyelim ve biraz geriye 1826’ya gidelim.
Yeniçeri Ocağının kaldırılması[11], Bektaşiliğin yasaklanması[12], Hacıbektaş Dergâhına bağlı Osmanlı coğrafyasına yayılmış örgütlenmenin dağıtılması, tüm bu örgütlenmenin bina ve topraklarına[13] çökülerek mülklerin başta Nakşibendiler olmak üzere devrin diğer tarikatlarına verilmesi 1826 yazında yaşanır.
Tüm bunlar Alevileri kendi iç örgütlenmelerinden mahrum bırakır, sistem dışına iter, onları ücra, elverişsiz dağ başı ya da batak, coğrafi olarak verimsiz köylerinde kendi yağıyla kavrulmaya çalışan bir duruma düşürür.
Devşirme Hristiyan çocuklarından kurulan, Osmanlı’nın yağma ve ganimet paylaşımına dayanan ekonomi politik düzeninin vurucu gücü yeniçerilik yeni üretim ve değişim ilişkilerinin gelişmesi karşısında işlevini kaybetmeye başlar. Devlet hiyerarşisinde yükselmesi özellikle ulemanın girişimleriyle sınırlanmaya başlanan, bozulan ekonomi ve değerini yitiren Osmanlı parasıyla maaşları pul olmaya başlayan yeniçerilerin İstanbul halkıyla esnaflık, ticaret ve küçük üretim yoluyla yatay bağlar geliştirmesi gecikmez. Yerasimos’un deyişiyle “silahlı bir orta sınıf” vardır artık.[14] Bu sınıf iktidarın vurucu gücü olmaktan çıkmaya başlamakta, tekrarlayan halk ayaklanmalarının motor gücü olmaya başlamaktadır.[15]
İktidara gelme potansiyeli mevcut, iktidarı devirme potansiyeli güçlü, gayrimüslim kesimle organik bağları olan, yerli burjuva bir güç doğmaktadır. Osmanlı coğrafyasına nüfuz etmeye çalışan kapitalist Avrupa devletlerinin yerli rakip istememesi, yukarıdan aşağıya merkezileşme çabalarını sürdüren, aşağıdan hareketleri sürekli ezen ya da birbirine kırdıran Osmanlı devletinin arayışlarıyla buluşur. Sonuçta Mora ayaklanması ve Kavalalı isyanı ortamında, İstanbul’da kıtlığa varan tedarik problemleri varken başta İngiltere olmak üzere dönemin büyük devletleri, ordusunu imha etmeye hazırlanan Osmanlı yönetimini sergiledikleri kayıtsızlıkla cesaretlendirir, hatta İngiltere eşzamanlı Yunan isyanı için arabuluculuk........
© sendika.org
