Solda birlik iyidir ama…
Türkiye’nin siyasal sistemi, tarihinin en kapsamlı toplumsal, siyasal ve ekonomik bunalımını yaşıyor. AKP iktidarının rejim ve Cumhuriyet düzeni üzerinde yaptığı biçimsel değişikliklerin de bir yararı olmuyor. Parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş de, rejimin yapısal sorunlarının çözümüne bir fayda sağlamadığı/sağlamayacağı artık daha net görülüyor. Krizin bütün alanları kapsıyor olması ve taşıdığı yapısal özellikler nedeniyle geçici çözümlerle sürecin geçiştirilmesi mümkün görünmüyor. Kaldı ki, egemenlerin orta ya da uzun vade de hayata geçirebilecekleri gerçekçi bir programlarının olmadığı da biliniyor. Burjuva medyanın yardımıyla oluşturulan günübirlik politikalar ve algı operasyonlarıyla, palyatif ve biçimsel çözümlerle sistem ayakta tutulmaya çalışılıyor. Bu çabalar sorunun özünü değiştirmiyor.
“Rejimin tıkandığı” belirlemesi hemen her çevre tarafından kabul ediliyor. Her kesim kendi toplumsal ve siyasal çıkarları çerçevesinde “çözüm” önerileri ileri sürüyor. Sistemi kurtarmak için adeta bir “seferberlik” ilan edilmiş durumda. Bu arada sessiz kalan, kendi çözümünü oluşturamayan işçi sınıfı ve emekçi kesimler oluyor. Sistemin krizinin tüm olumsuz sonuçlarını yaşadıkları halde, kendi seçeneklerini oluşturma konusunda düzenden kopmayı başaramıyor.
Egemen güçler ve tekelci sermaye, rejimi yeniden “yapılandırma” arayışı içerisindedir. Bu, sistemin tüm güçleri tarafından kabul edilmekte ve olumlu karşılanmaktadır. Amaçlanan bu soygun ve sömürü düzeninin sürmesi, devletin ayakta kalmasıdır, ama sorunların da ortadan kalkmış olmasıdır. Bütün bunlara rağmen, rejimin uzun erimli bir programa sahip olmadığı, yamalı bir bohçaya döndüğü ve dikiş tutmadığı artık gizlenemeyen bir gerçek halini almış durumda.
Lenin’in ünlü çözümlemesini burada bir kez daha, içinde yaşadığımız dönem itibarıyla tekrar etmek gerekirse; yönetenler eskisi gibi yönetemiyor, yönetilenlerde bu şekilde yönetilmek istemiyorlar. Sınıflar mücadelesi cephesinden ele alınırsa bu durum, koşulların olgunluğu açısından bir devrim anına işaret etmektedir. Türkiye Devrimci Hareketi, içinde bulunduğu öznel sorunlardan kaynaklı, bunu yeterince bilince çıkarıp, uygun hareket tarzlarını, örgütlenme ve politikalarını yaratamıyor. Solun ve sınıf eksenli toplumsal muhalefet hareketinin çok parçalılığı başlı başına bir sorun olarak yaşanıyor. Daha açık bir söyleyişle solun, sosyalistlerin yaşadıkları sorunlardan dolayı devrimci hareketler cephesinde iktidarı hedefleyen yeterli bir düzey yakalanamıyor.
Mücadelenin ve sınıf hareketinin yükseltilmesi açısından var olan nesnel koşullar tek başına yeterli olmuyor. Emekçi sınıf ve katmanların sürece müdahale etme, yönlendirme güç ve araçlarından büyük oranda yoksun olmaları, rejimin nefes almasını kolaylaştırıyor. Gelişen gündemlerin arkasına düşülüyor ve çoğu zaman bunların peşinden sürüklenir bir hal alınıyor. Kendi gündemini belirleyememe sıkıntısı yaşanıyor. Hedefsizlik, programsızlık hayatın bütün alanlarını kapsıyor. Küçücük başarılara abartılı yaklaşılırken, büyük işler peşinden koşulmuyor. Bu arada reformist ve uzlaşmacı sol güçleniyor. Sistem içi arayışlar gelişiyor. Reformist ve uzlaşmacı solun gelişme durumu ve sınıfsal duruşu devlet bilincine, “solun ılımlılaşması ve yumuşaması” olarak yansıyor.
Burada, yumuşadığı kastedilen sistem içi arayışa çekilen reformist ve uzlaşmacı solun olduğu görülse de bir gerçekliği dile getirdiği reddedilemez. Egemen güçler bu kesimleri toplumsal muhalefet içerisinde bir “truva atı” gibi görmektedirler. Bu kesimlerin oluşturduğu siyasi yoğunluklar, dağılan ve güçten düşen “merkez sol”un tekrar güçlendirilmesinde ve düzen içi bir seçenek olarak kalmasında kullanılmak isteniyor. Devletle ilişki içerisinde olan sarı sendikalara, sivil toplum örgütlerine, meslek odaları vb. kuruluşlara bu gözle bakılıyor.
Solun ve devrimci yapılanmaların yetersizlikleri ve yaşanan sorunların temelinde bir........
© sendika.org
