menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sosyalizm, feminist hareket ve LGBTİ+ hareket

9 4
16.10.2025

Kapitalizmin neoliberal aşamasının reel sosyalizmin çöküşüyle kazandığı güç, sermayenin 2008-2009’daki krizinden itibaren burjuva siyasetin dünya genelinde hızla aşırı sağa kaymasına neden oldu. Bu siyaset, metropol ülkelerin/emperyalistlerin bölgesel savaşları körüklemesi, milliyetçiliği, dinciliği, kadın düşmanlığını ve LGBTİ düşmanlığını norm haline getirmesiyle sürüyor. 1991’deki ve 2003’teki Irak işgallerine fiilen katılmayan Almanya, Fransa gibi Batı Avrupa güçleri, Libya ve Suriye’de savaşın aktif tarafları olurken, Ukrayna’daki savaşa insan gücü olarak olmasa bile lojistik olarak fiilen dâhil oldular. AB çoğulculuğunun, demokrasisinin ve düşünce özgürlüğünün sınırlarını, önce Cizre bodrumlarına sessiz kalmaları ardından seçilmiş Kürt siyasetçilere ve Türkiye’deki her türden toplumsal muhalefete yönelen baskılara, uygulanmayan AİHM kararlarına, mültecilerin Türkiye sınırlarına hapsedilmesi karşılığında sessiz kalmalarında gördük. Avrupa’nın bir bütün olarak merkez sağ ve merkez solu ile birlikte, Yeşillerin ve demokratik solun da sağa kayarak mülteci düşmanlığında cisimleşen faşizmin yükselişine teslim oldukları da görüldü. 2023 Ekim’inden itibaren Filistin direnişi karşısında soykırıma başlayan İsrail’i protesto etmenin dahi üniversitelerden sokaklara yasaklanması, Rusya karşıtlığından Dostoyevski kitaplarının edebiyat derslerinden çıkarılması gibi uygulamalar ‘AB demokrasisinin’ neoliberalizmin/kapitalizmin aşılamayan krizi karşısında nasıl berhava olduğunu gösteriyor.

Neoliberalizmin uygulamaya konmaya başladığı 70’ler sonu 80’ler başından itibaren, sermaye öncelikle kamusal hizmetleri piyasalaştırmak, sosyal politikaları aşındırmak ve bunların yükünü de kendi çıkarları gereği kadınların ev içindeki karşılıksız emeğini artırarak kadınlara yıkmak için ideolojik mücadele yürüttü. Tüm dünyada kamu kreşlerinin kapanması, çocuklu tek yaşayan annelerin aldığı sosyal yardımların kesilmesi, yaşlı bakımının yükünün evdeki kadınlara yıkılması [feminist hareketin sınıf mücadelesi içinde de örgütlenerek elde ettiği tüm kazanımların gaspı], aileyi yücelterek, güçlendirerek, hayata geçirilmeye çalışıldı. ABD’de 1994 yılında çocuklu tek yaşayan kadınların aldığı sosyal yardımlarım kesilerek, kadınlara ücretsiz çocuk bakım hizmeti sağlamadan kadınların zorunlu olarak istihdama dâhil edilmesi, ‘sosyal demokrat’ Clinton iktidarının da neoliberalizme tam uyumunu gösteriyordu. Tüm dünyada kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi esnekliğin yaygınlaşması aynı 2000’lerden itibaren Türkiye’de olduğu gibi iş ve aile yaşamını uzlaştırma, kadınların anneliğe daha fazla zaman ayırmasını sağlama propagandası altında gerçekleştirildi. 80’ler boyunca Hollywood sinemasında sıklıkla katil çocuk bakıcıları, aileyi yıkan iş kadınları filmleri popüler oldu. Ancak ideolojik ve ekonomik dayatmalara rağmen feminist hareketin toplumsal alanda meşruiyet alanı genişledi, patriyarkanın alanı daraldı.

Kuşkusuz bu mücadele farklı ülkelerde ve farklı bölgelerde hem burjuva devletin hem de patriyarkanın ittifaklarının farklılığına göre farklı biçimler aldı. Kürtaj hakkı Batı’da genel olarak 1970’lerde kazanılırken Latin Amerika’da bu hakkın 2010’ların sonunda kazanılabildiğini gördük. Batı’da esas olarak 68 ile birlikte sosyal devletin ve sınıf hareketinin güçlü olduğu yıllarda yükselen ve güçlenen feminist hareket, feminist sosyal politikalar bağlamında önemli kazanımlar elde ederken (ücretsiz sağlıklı kürtaj, sığınaklar vd.), geç kapitalistleşen Latin Amerika’da ve Türkiye’de feminist kazanımlara sosyal politikalar gerçek anlamda eşlik etmedi. Latin Amerika’da bu nedenle kürtaj mücadelesi neoliberalizme karşı ücretsiz güvenli kürtaj talebi olarak yükseldi. Reel sosyalizmin yıkılışının ardından Polonya’da kürtaj yeniden yasaklandı vs.

En başta bahsedilen, uluslararası sermayenin dünya genelinde etkilendiği 2008 kriziyle birlikte, savaşın milliyetçiliğin, dinciliğin, mülteci, kadın ve LGBTİ düşmanlığının yükseltilmesi, ekonomik ve ideolojik dayatmalar, sermayenin çıkarlarına uygun biçimde burjuva devletlerin şekillenmesi ihtiyacını ortaya çıkarırken, siyasal zor fiilen uygulamaya kondu. Latin Amerika’da 2000’lerin ilk on yılındaki pembe sosyalizm furyası yerini açık faşist yönelimli iktidarlara bıraktı. Brezilya’da önceki devlet başkanı Bolsanaro’nun toplumsal cinsiyet derslerini yasaklaması, LGBTİ ’lara yönelik açık devlet şiddeti uygulaması, Arjantin’de iktidara gelen Milei’nin açık antifeminizmi, kamu işyerlerinde LGBTİ istihdamını desteklemek için konulan istihdam kotalarını iptal etmesi ve kürtajı yasaklama planını açıklaması, Latin Amerika’da yükselen faşizmin ilk gündemleri oldu. Macaristan ve Polonya’da LGBTİ ’ların kazanılmış haklarının yasal olarak gaspı, Polonya’da kürtajın sağlık sorunu durumunda bile yasaklanması, Macaristan’da kürtaj öncesinde fetüsün kalp atışlarının dinletilmesini zorunlu kılan yasa ve toplumsal cinsiyet derslerinin yasaklanması, faşist iktidarların siyasal baskıyı inşaya, göçmenler, kadınlar ve LGBTİ ’lardan başladığını ispatlıyor. Kuşkusuz faşist iktidarların siyasal zoru inşa ettiği tüm ülkelerde kadın göçmen ve LGBTİ düşmanlığına, aile güzellemeleri ve aileyi güçlendirme baskıları eşlik ediyor. Suriye’de eşcinselleri damlardan atan HTŞ’nin Avrupa tarafından coşkuyla kabullenilen meşruiyetinin, neoliberalizme biat açıklamalarından bağımsız ele alınmaması gerekiyor.

Neoliberalizmin krizine yanıt olarak sınıflar mücadelesini ve enternasyonal dayanışmayı bastırma hedefi, kapitalizmin tarihi boyunca olduğu gibi milliyetçiliğin, dinciliğin ve ailenin yüceltilmesiyle sürdürülmeye çalışılıyor. 1929 krizinin sonucu olarak yükselen faşizmin komünistlerin yanı sıra Yahudileri, çingeneleri ve tabii ki LGBTİ ’ları fiziksel olarak hedef alırken, kadınlara da milliyetçiliği yeniden üretme göreviyle çocuk doğurmayı dayatmasının yüz yıl sonraki versiyonu, bugün yaşananlar. Ve tabii ki 1936-39 arasında İspanya’da enternasyonal tugaylarda da bizzat İspanyol, Katalan ve Bask devrimcilerin arasında LGBTİ ’ların yer alması da Rojava’da IŞİD’e karşı dayanışmada açılan LGBTİ ’ların pankartının bir önceli. Kuşkusuz bu yüzyıl içinde işçi sınıfı ve tüm ezilenlerin burjuva iktidarları dönüştürerek edindikleri demokratik hak ve kazanımlar bugünkü baskı ve direniş normlarını da belirliyor.

Kapitalizm ile inşa olan özel alan kamusal alan ayrımı, kadınların önce tarımda çalışmanın yanı sıra eve iş almalarıyla başlarken, buharlı makinenin keşfiyle ortaya çıkan fabrikalarda üretimin başlaması ile evler hızla üretim alanları olmaktan çıkarken, özel alan kamusal alan ayrımı da kapitalist üretimin yaygınlaşmasıyla belirginleşti. Engels İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu’nda buharlı makine ile tekstil üretimin başlamasıyla kadınların ve çocuk işçilerin ince parmaklarının iplik ve dokuma makinelerinde daha işlevli hale geldiğini söylüyordu. Kadınların daha ucuza çalıştırılmaları sebebiyle sermayenin kadın ve çocuk emeğini tercih ettiğini, proleter ailenin mevcut ilişkilerinin nasıl yıprandığını anlatır. 1920’lerle birlikte, birinci dalga feminist hareketin kadınların ücretli emek gücüne katılma hakkı mücadelesiyle cinsiyete dayalı iş ve meslek ayrımının kurumsallaşması, önceden erkek işi olarak kabul edilse bile kadın işi olarak kabul edilen işlerin düşük ücretli, güvencesiz örgütsüz işler haline gelmesi ile patriyarka ile sermaye arasındaki gerilim uzlaşmaya varır. Bu uzlaşmanın ikinci adımı özellikle Avrupa’nın üçte birinin sosyalist bloka dâhil olmasıyla güçlenen sosyal devlet politikalarında “aile ücreti”nin öne çıkmasıdır. Sonuçta patriyarka bir sistem olarak kadınların esas işini evdeki ücretsiz işler (çocuk ve yaşlı bakımı, temizlik, yemek, erkek işçinin ertesi işgününe hazırlanması ve cinsel ihtiyaçlarının karşılanması vd.) olarak sabitlemek isterken, bu iş yükü sebebiyle kadınları daha ucuza, örgütsüz ve güvencesiz çalıştıran sermaye ise kadınları işgücüne çekmeye çalışmıştı. 1800lerden 1970’lere ideolojik propagandası yapılan çekirdek aile modelinin hayatın gerçekliğine ne kadar uyduğunun zaten tartışmalı olmasının ötesinde, sadece evdeki erkeğin geliriyle geçinebilmek de aslında az sayıda, nitelikli ağır sanayi işçisi erkeklerin geçindirdiği evler, aileler için mümkündü. Ancak öne çıkan, idealize edilen aile modeli eğitimli de olsa çocuklarla sürekli ilgilenen ve evi çekip çeviren kadın ile eve ekmek getiren kocanın olduğu heteroseksüel ilişki ile tanımlanıyordu. Norm ve ‘normal’ olan heteroseksüel aşk, cinsellik ve aileydi. Burjuva toplum yapısının temeli en küçük birimi heteroseksüel aile olageldi.

1960’ların sonundan itibaren yükselen ikinci dalga feminist hareket aileyi, cinselliği, bedenin denetlenmesini, ev içinde harcanan emeğe karşılıksız el konmasını, ücretli emek gücünde kadınların daha fazla sömürülüyor olmasını ve kadın işi denilen cinsiyete dayalı istihdamı, erkek şiddetini bir sistem olarak patriyarkanın maddeci analiziyle açıklarken, birkaç yıl içinde Siyah ve lezbiyen kadınlardan eleştiriler almaya başladı. İkinci dalga feminist hareketin beyaz heteroseksüel görece orta sınıf ya da nitelikli emeğe sahip kadınları merkeze alarak politika yaptığı eleştirilerini ilk elde Siyah ve lezbiyen kadınlar yapmıştı. bell hooks siyah ve lezbiyen olarak bu eleştirilerin Türkiye’de de en çok bilinen örneğiydi.

İlerleyen yıllarda Stevi Jackson bu dönemi şöyle anlatıyordu[1]:

…Evlilik ve ev içi işbölümünün ele alınışı, ev işlerinin kapitalizme yararı........

© sendika.org