Bir Martin Scorsese eleştirisi
ABD’li sinema yönetmeni Martin Scorsese’nin 1990 yapımı Goodfellas filminin başlangıcında daha sonra mafya hiyerarşisinde yükselecek olan Henry Hill karakterinin ergenlik dönemlerinde evinin penceresinden sokağın karşısındaki gangsterleri imrenerek seyrettiğini görürüz ve ağzından şu cümleler çıkar:
Benim için gangster olmak Birleşik Devletler Başkanı olmaktan bile daha iyiydi. Okul sonrası çalışmak için taksi durağına gitmeden önce bile onlara katılmak istediğimi biliyordum. Oraya ait olduğumu biliyordum. Bu benim için önemsiz insanlarla dolu bu yerde birisi olmak demekti. Kimseye benzemiyorlardı. Ne isterlerse yapıyorlardı. Yangın musluklarının önüne park ediyorlardı ve hiç ceza yemiyorlardı. Bütün gece kart oynadıklarında kimse polis çağırmıyordu.
Scorsese filmografisinin özeti niteliğindeki bu kısa monolog aynı zamanda Scorsese’nin film karakterlerine ilham veren gangsterlerin hayatına imrendiğinin açık bir itirafı. Martin Scorsese çocukluğunu geçirdiği New York’un Sicilyalı mahallesindeki evinin penceresinden dışarı baktığında tıpkı Henry Hill gibi gangsterleri görüyordu ve onlara gıptayla bakıyordu. Goodfellas’ın başındaki ergen Henry Hill, Martin Scorsese’nin ta kendisidir. Zaten kendisi verdiği bir demeçte şiddetin filmografisinde kapladığı büyük alanın mafyanın etkin olduğu bir New York işçi sınıfı mahallesinde büyümesiyle açıklıyor: “Bu benim kimliğimin bir parçası ve bir şekilde filmlerime yansıyor.” Scorsese kariyeri boyunca bizi Goodfellas’ta Copacabana’ya giriş sahnesinde kristalize olan gangsterlerin ayrıcalıklı dünyasına davet etmiş, bu ayrıcalıktan keyif almamızı amaçlamıştır.
Scorsese filmlerinde yineleyen temalar üç aşağı beş yukarı aynıdır; suç, şiddet, erkeklik, para ve güç istenci, kefaret… Tüm bu temaları da sıklıkla ABD tarihiyle ilişkilendirerek ele alır. Scorsese sinemasının önemli bir zaafı burada baş gösterir. Şöyle ki, Scorsese ABD kültürüne içkin gördüğü şiddet ve erkeklik gibi olguların tarihsel/toplumsal kökenleriyle ilgilenmez. Onun filmlerinde şiddet bağlamsızdır ve estetize edilir. Onun filmlerinde erkeklik eleştirel bir bakışla değil, eril arzuların beyazperdeye yansıtılması şeklinde kendine yer bulur (Scorsese’nin Robert De Niro ile uzun süreli işbirliğinin kökeninde de onda bu “sert erkek” imajını görmesi yatar). Son tahlilde, filmleri dişe dokunur bir şey anlatmaz.
Bomboş bir hikâyeyi nasıl izlenebilir bir film haline getirirsiniz? Scorsese filmleri; hızlı temposu, hızlı kurgusu, müzik kullanımı, kara mizahı, kaotik diyaloglarıyla baş döndürücüdür. Scorsese onlarca yıla yayılan hikâyeleri bir film süresi içinde anlatmakta ustadır. Onun filmleri gürültücüdür, vahşet doludur, aşırıdır. Çünkü ancak böyle bir aşırılıkla filminizdeki zayıf yönleri maskeleyebilirsiniz.
Scorsese’nin şiddeti ele alış biçimindeki sorunlar üzerinde ayrıca durmak gerekiyor. Onun filmlerinde şiddet iddia edilenin aksine eleştirel bir perspektifle ele alınmaz. Bilakis, şiddeti uygulayan mafyanın mitleştirilmesini, yüceltilmesini görürüz. Birçoğu gerçek hikayelerden uyarlanmış filmleri, gerçek insanlara dayanan sosyopat karakterleri sempatik göstermekten geri durmaz. Scorsese seyircinin bu sosyopat karakterlerle özdeşlik kurabilmesi için onları sistem karşıtı olmasa bile sistem dışı bir yerde konumlandırır ve cesaretlerinin onları özgür........
© sendika.org
